Gizli Hazine || Âlem’in Belirişi 

 

Gizli bir HAZİNE (idi). İdi mi, yoksa şu anda da öyle mi, ZÂTen? Bilinmek için Âlem, bilmek için Âdem meydana gel(di). Geçmiş bir zamanda mı meydana geldi, geçmişte mi bir HAZİNE idi? Hayır! Boyutsal önceliğimizde, en derin (?) boyutumuzda, Özümüzde, o El-Evvel. Öyle bir ÖZ ki, bize Şah damarımızdan bile daha yakın. İçte-ötede değil, mekânsız ve hatta algılayabilirsek boyutsuz derinliğimizde! Tıpkı, vücudumuzu meydana getiren hücrelerimizin, atomlarımızın bizden sıfır mekân-boyut uzakta olması gibi. Bizler aynı zamanda hücrelerimiz, atomlarımızın kendisiyiz. Bizden ayrı-gayrı değiller. 

(?) eklemeleri boyutumuzdan yapılmış mecburî temsili betimlerdir. 

 Kendini bil(e)mediği (?) boyut(suzluk) ile, Âdem-Âlem ile kendini bildiği (?) boyut aynı ANda var. Kendini bilmek (≈Âdem) ve bilinmek (≈Âlem) için AYNA gerekti, (kendinden ayrı olmayan) AYNAya Âdem(ler) olarak baktı (?), Âdemlik boyutunu yarattı; AYNAdaki kendini algıladı, Âlemleri yarattı, Âlemler olarak göründü, Kendi!. AYNA’nın karşısında KENDİNİ (?) BİLdi 

 Kendini, Kendiyle, Kendinde bildi-biliyor-bilmekte. Kendi, Kendisiyle, Kendinde bilindi-biliniyor-bilinmekte, AN’da! 

Âlemler, Âdemlerin (!) bedenleri. Algıladığımız her şey (yazı yazdığınız klavye, bilgisayarınız, odanız, masanız, eşiniz, işiniz, aşınız vs.) Âdem olanın bedeni! Beş duyunun Âdem olmayana verdiği yanıltmacadan dolayı, bedenim ve ondan ayrı bir evren yanılgısına düşüyor, insan. 

Evren gerçekte sizsiniz, siz şu an algıladığınız evrensiniz. Evren, benliğimizin ta kendisidir. Her “benlik” diğer benliklerle etkileşim içinde olan ayrı bir paralel evrendir. Ve bu yüzden Evren içi evrenlerde yaşamaktayız. Sadece ve sadece kendimizi, kendimizdekini algılıyoruz. Evren, bize bizi gösteren bir 

AYNA. Âlem, Âdem ile var olabiliyor ancak! Âdem, algılamasını kestiğinde Âdem=Âlemi de kaybolur. 

“Baktığımız, âlem; “gördüğümüz” ise biziz. 

Zât, Bilmekliği-bilinmekliğinin sonucu olarak Sonsuz boyutlar, aşağı boyutlar olarak yansıdı-yansıyor-yansımakta, AN’da! 

Bu ne demektir? Bir yaklaşım olarak, 

≈ …’da (∞ boyut) … var, …’da (∞-1 boyut) … var, >>>>……..>>>>, Küp’te (3 boyut) Kareler var, Karede (2 boyut) çizgiler, çizgide (1 boyut) noktalar (0 boyut) var, ANda! TEK bir VARLIK var! 

Âdem, AN’da aşağıların en aşağısında, zaman-mekân yanılsamasında ete kemiğe bürünüp “maden, bitki, hayvan, cin, insan” olarak göründü = Âlemi gördü; Âlemin Âdemliğinin içeriği, yansısı, aynası olduğundan bihaber olarak. Zâtî vatanından habersiz olarak… 

Zât? 

Sonsuz üssü sonsuzu içeren Mutlak Sonsuz ZÂTı algılayabilmek ?! 

Küçük “benlik”lerimizle evrenimizi, Dünyamızın büyüklüğünü, Dünyanın Güneş’in yanındaki ölçüsünü, Güneşimizin diğer büyük yıldızlar indinde yerini düşünmeye niyetlendiğimizde dâhi hayretler içerisinde kalıyoruz. 

Bu düşünsel yolculukta evrenimizin havsalamıza sığmayan akıl almaz büyüklüğünü de idrak etmeye çalıştığımızda ise birden sırtımızın ürpermesiyle irkiliyor ve evrendeki yerimizin farkına varıyoruz. 

Öyle bir büyüklük ki, evrenimizin en yüksek hızına sahip ışık (300 milyon metre/saniye) bile gözlem ufkumuzun sınırındaki göksel cisimlerden 14 milyar yılda [1] ulaşabiliyor dünyamıza. Gözlem ufkumuzun sınırının olması, oradan 

ötedeki ışığın bize ulaşamamasından kaynaklanıyor. Evrenimiz o bölgede ışıktan daha hızlı bir şekilde genişlemekte [2] ve ışığını bize iletememekte! 

[1] Kaba bir hesapla bu değer 10^23 (100.000.000.000.000.000.000.000) km’lik bir mesafeye tekabül etmektedir. 

[2] Yaklaşık 15 milyar yıl önce meydana gelen “Büyük Patlama” ile Evrenimiz (uzay-zaman) oluşmuş olup patlamanın etkisiyle hala da büyük bir hızla genişlemektedir. Patlama ile kastedilen günlük kullanımındaki gibi bir patlama olmayıp Soyut Potansiyellerin bulunduğu çok boyutlu Hilbert Uzayındaki alandan bu tarafa büyük bir enerji dalgasının kaçışı olarak ifade edilebilir. Bu enerji evrenimizin tüm madde-enerji içeriğini oluşturmaktadır. 

10^80 atom, bunun milyarlarca katı da foton içeren Evrenimiz afakî bakışla gözlemlendiğinde bu kadar büyük iken bir yandan da içe doğru da bir o kadar küçülüyor ve düşünen insanı hayrette bırakıyor. 

Dokularımız, hücrelerimiz, protein moleküllerimiz, küçük moleküller derken, artık en güçlü elektron mikroskoplarımızın dahi göremediği atomların etkileştiği nanometrenin (10^-9 m) ondalıklaştığı bir seviyeye iniyoruz. 

Tefekkür mikroskobuyla varlığı büyütmeye devam ettikçe Kuantum ölçeğinde rengârenk evrenimizin birden kaybolduğuna, maddenin madde olmaktan çıktığına, zamanın bile akacak zaman bulamayıp, teğet geçtiğine şahit oluyoruz!Newton yasalarının işlediği makroölçekli evrenimizin nedenselliği, belirlenimciliği (determinizm), düzenliliği, sağ duyuya uygunluğu birden ortadan kalkıp yerini evrenimizin en alt düzeyinde belirsizlik ilkesi gereği neden-sonucun, geçmiş-geleceğin, ileri-gerinin, uzak-yakının birbirine karışıp kaosa dönüştüğü, Kuantların (yeni fizikte 

Stringlerin-Sicimlerin) yer aldığı, Saf enerji alanına, Kuantum köpüğüne (Planck Ölçeği=10^-35 m, 10^-43 sn), evrenimizin kumaşına bırakıyor. 

Kuantum mekaniğinin boyutsuz, noktasal olarak düşündüğü kuantlardan daha da derine inildiğinde, maddi bir yapılanma olarak algılanan evrenimiz, soyutlaşıp maddenin ortadan kalkmasıyla yerini Soyut Potansiyellerin, Saf Bilginin var olduğu yepyeni boyutlarıyla (içe doğru kıvrılı) [3] bir uzay alanına bırakıyor (Soyut Hilbert Vektör Uzayı). 

[3] Kuantum fiziği var olan her şeyin temel yapıtaşlarının artık ikiye bölünemeyecek kadar çok küçük “kuant” denilen noktasal enerji paketçikleri olduğunu söyler. Evrenimizi meydana getiren “kuvvet alanları” (zaman akmaz) ve bu alanların yoğunlaştığı yerde beliren“parçacıkların” (zamanları ileri akar) hepsi kuantlardan meydana gelmektedir. 

Noktasal olduklarını kabul etme evreni her şeyi ile açıklayacak tek bir teori oluşturmak için çalışan fizikçilerin denklemlerinde aykırılıkları, çözülemeyen sonsuzlukları beraberinde getirdiği için modern fizik ek boyutlara gereksinimi doğurmuştur. Artık 10 boyutlu Sicim, 11 boyutlu M teoremleriyle birlikte yeni boyutlar eklenerek, yani yeni bakış açısıyla nokta (n0), kalem (n1) gibi bir uzunluğa, kalem, kitap (n2) gibi bir alana, kitap da kürsüye (n3), >>>> (n7) dönüşmektedir. Noktasal gözüken kuantlar bu saklı boyutlardan gelen enerji girdisinin ölçüsüne göre titreşerek fotonları, kuarkları, elektronları, atomaltı parçacıkları meydana getirirler. 

Hilbert Uzayı, evrenimizden, uzay-zamanımızdan önce ve sonra, yâni AN’da, Evrenlerin tohumlarının atıldığı, içerisinde filizlenip genişlediği, kimi katmanlarında zamanın olmadığı, kimisinde zamanın ters aktığı, ışıktan hızlı titreşen Sıfatsız, Yakın=Uzak, Yaşlı=Genç, Olum=Ölüm ün BİR olduğu dev evren. Burada her şey AYNI YERDE, AYNI ZAMANDAdır. Sizin, odanızda uçan bir sineğin, gördüğünüz her şeyin 

hologramik kalıbı burada eşzamanlı olarak vardır. “Ben”ler yok, BİZ vardır. 

4 boyutlu gözüken Evrenimiz bu (saklı 7 boyutla beraber) 11 boyutlu [4] evren ile her zerresi diğer bir zerresiyle, şu an tüm zamanlarla da dâhil olmak üzere birbirine BAĞLIDIR. Bu bağlılık tüm evrene bir farkındalık, Tümel Bilinç vermektedir. Burası Evrenlerin, her şeyin RUH’udur. Burası RUH’tur [5]

Derin Tefekkür ile Zikirle, Meditasyonla, Astral seyahatle ve kimi zaman rüyalarımızda girdiğimiz âlemdir burası. Burası, kişisel, toplumsal, evrensel toplu bilinçaltının olduğu yerdir. Düşünce [6] denilen çabasız süreç bu uzay sayesinde gerçekleşir. Yaratıcı ilhamlarımızı her şeyin var olduğu bu sonsuz uzaydan alırız. 

[4] Algıladığımız evren en-boy-yükseklik denilen 3 uzaysal boyuttan ve hissedilen 4. zaman boyutundan oluşmaktadır. Zaman, 4 boyutlu bir mekânda dizilmiş 3 boyutlu uzayların akışından kaynaklanır. Yaşadığımız her (10^-43 sn’lik) an bu 4 boyutlu hiper mekânda dizilmiş 3 boyutlu küpler. Bunu algılayabilmek için 3 boyutlu bir kürenin 2 boyutlu saydam bir yüzeyden geçerken 2 boyutta çıkardığı kesitleri düşünebiliriz. Yaşamımızın her anı da 4 boyutlu tümel varlığımızın 3 boyuttaki kesitleridir. 

4 boyut başlangıcından sonuna kadar evrenimizin tarihini içerir. 4 boyutta yaşadığımızdan 3 uzay boyutunda ileri geri gidebiliyoruz. Bir üst 5. boyut ise evrenimizin başlangıcından sonuna kadar yaşayabileceği alternatif yaşamlarını, paralel gerçekliklerini de içerir. Dalga fonksiyonun çöküşüyle 5. boyuttaki olası gerçekliklerden birisi 4 boyutlu evren olarak varlık kazanır. 5. boyutta eğer kendimizi bulsaydık 4 boyutta yaşamımızın istediğimiz zamanına (geçmiş-gelecek) sıçrayabilirdik. 6. boyutta ise alternatif zamanlara da sıçrayabiliriz. Örneğin, şu anki yaşamımızda zengin değil isek, zengin olduğumuz bir alternatif yaşam tarihine sıçrama yapabiliriz. Tüm bunlar 7. boyutta bir noktadır. 8. boyut sonsuz alternatif yaşamları olan evrenimiz gibi sonsuz evrenleri kapsar. Bu evrenler arasında sıçrama ise 9. boyuttan gerçekleşebilir. Bütün bunların hepsi 10. boyutta tek bir noktadır

[5] RUH, ışıktan milyarlarca kez daha hızlı titreşen UZAYdır. Bilim literatüründe, ışıktan hızlı titreşen bütünsel varlık alanı Takyonlar ismiyle yer almıştır. Takyonlar, kuantlar gibi kesikli yapılar olmayıp bütünseldir. Kuantların oluşturduğu ise çokluk âlemidir. 

Maddenin ışık hızını geçemeyişi gibi Takyonlar da ışık hızının altında bir hızla hareket edemezler. Işık hızının altına inip enerjiye dönüşmelerini-maddeleşmelerini bizler zaten kuantum olarak algılamaktayız

RUH’un sahip olduğu nurani, esiri “kuvvet alanında” zamansızlık var iken, takyonların yoğunlaşarak oluşturduğu hologramik-bütünsel geometrik kalıpların zamanları -ışık hızından trilyonlarca kez hızlı olduklarından dolayı- gelecekten geçmişe doğru akar, yani nedensellik ilkesi, termodinamik yasalar tersinmiştir. Sonuç, nedenden önce gelir. Önce takyonik cam kırılır, sonra takyonik taş atılır. Lorentz denklemlerine ışık hızını geçen bir madde yerleştirildiğinde sonuçlar bize sanal bir kütle, en-boy değerleri verir. Örneğin, takyonik NUR’dan bir insan -70 kg ağırlığında, -1.70 metre boyunda soyut bir fiziko-matematik ve geometriye sahip olur. 

Din verilerindeki nur yapılı melekler ışık hızı ötesine ait takyonik kuvvet alanı ve varlıklarıdır. Işık hızı ötesinde olmaları nedeniyle de ışık hızı ile sınırlı olan bizler tarafından direkt olarak gözlemlenemezler. 

[6] Düşüncenin kendisi de takyonik bir kalıptır ve ışıktan milyonlarca kez hızlıdır. Bu yüzden örneğin “kırmızı bir gül” düşündüğümüzde anında aklımıza gelir. Şu an farkındalık düzeyimizde olmayan -Bilinçdışı denilen uzayda saklı olan- düşüncelerimiz ışıktan milyarlarca kez hızlıdır ve belirsizlik konumundadır. Saklı düşüncelerimizden bir tanesine yoğunlaşarak, yani ona soyut enerji vererek onu ışık hızına yakın bir düzeye çekip Takyon uzayında belirgin hologramik bir kalıp haline dönüştürebiliriz. Bu âlemde termodinamik yasalar tersinir olduğu için soyut bir maddeye enerji verdiğinizde hızı artacağına aksine hızını yavaşlatırsınız. Eğer yoğunlaştığımız düşünceye soyut enerji 

vermeye devam edersek (aktif imgeleme ile) artık o soyut düşünce ışık hızının altına da düşerek (dalga fonksiyonun çöküşü) madde-zaman âleminde gerçeğimiz olur. Dua veya Çekim yasasının mekanizması da budur. Dualarda devam şartı da bu yüzden aranır. 

Daha önce hiç düşünmediğimiz bir şeyi imgelediğimizde (örneğin uçan siyah bir kurbağa) belirsiz-zamansız takyonik kuvvet alanına biçim veririz. Biçim alan bu takyonik düşüncenin zamanı tersine akacağı için biz daha onu düşünmeden onu geçmişimizde var kılmış oluruz. Bu sayede düşündüğümüz anda hazır düşünce paketi olarak bu uzaydan imgelediğimiz şeyi kendimize çekeriz. 

Evrenimizde kuantum (kesiklik), kuantumlaşma-maddeleşme varken burada Tümellik vardır, hiçbir şey diğer bir şeyden ayrılamaz, kopamaz. Buraya en küçük kuanttan boyutsal giriş yaparak ayak bastığımız anda kendimizi, kendi evrenimizi tüm evreleriyle tümel olarak izler bir halde bulabiliriz. Burası Zerre’den Küll’e çıktığımız uzay aralığıdır (Holografik kayıt). 

Sonsuz sayıda evrenler bu tarlada Büyük Patlama tekillikleri ile meydana gelir ve AN’da da yok olur (Büyük Çökme, Büyük Dağılma). ANda olur ve O ANda da yok olur o evren, ZAMANSIZ UZAYDA. Ama oluşan Evrenin sakinleri, kendi algı boyutlarında milyarlarca yılı yaşar (Zamanın göreceliği). Gerçekte ise ANda var OLup, ÖLmüştür. OL = ÖL olmuştur. Çünkü ZAMAN yoktur! 

HER ŞEY BAŞLANGIÇTA SON BULMUŞTUR! 

Evet, bizim evrenler gibi sayısız evrenlerin, düşündüğümüz-düşünemediğimiz-düşünemeyeceğimiz her ihtimalin süperpozisyon halinde üst üste bindirilip potansiyel olarak bulunduğu, duruma göre var oluşa geçirildiği, yaratıldığı yer. Sonsuz kere atılan sonsuz yüzlü bir zar MİSALİ… 

Sonsuz kez atılan, sonsuz yüzlü, sonsuz tane zar… Sonsuz olasılıklı evrenleri içinde barındıran bu sonsuz uzay gibi uzayları da içinde barındıran bir HİPER UZAY… 

Ve bunların üzerindeki sonsuz boyutlu diğer -bize Gay(ı)p- Âlemler… 

Bir nokta olan DEV evrenimiz gibi sonsuz noktalardan (evrenlerden) oluşan sonsuz uzunluklu bir çizgi… (sonsuz, n1) 

Sınırsız uzunluktaki çizgi gibi sonsuz çizginin oluşturduğu sonsuz bir kare alan… (sonsuz*sonsuz, n2) 

Sınırsız bir kare alan gibi sonsuz kare alanın oluşturduğu sonsuz bir küp hacim… (sonsuz*sonsuz*sonsuz, n3) 

Kenarları sonsuz hacimli küplerden oluşan hiper küp hacim… (sonsuz*sonsuz*sonsuz*sonsuz, n4) 

….. 

…… 

(Sonsuz^sonsuz, n∞) 

Gayb oluyoruz…

Bu e-kitap karşılıksız paylaşılmak üzere hazırlanmıştır. YAZAR ve KAYNAK belirterek çevrenizle hiç bir bedel talep etmeksizin paylaşabilir, çoğaltabilirsiniz.

Berkay Özcan ‘dan alınan alıntılarla

Share this content:

Bir yanıt verin