Nedensellik Bir Alışkanlık mı? veya Gerçek mi, Zihinsel Bir Alışkanlık mı?

David Hume, 18. yüzyılda yaşamış İskoç filozofudur ve modern felsefenin özellikle bilgi teorisi (epistemoloji) ve nedensellik anlayışı açısından çok önemli bir figürdür. Hume’un nedensellik (illiyet) anlayışı, klasik anlayışı derinden sarsacak kadar radikaldir.

Hume’a göre nedensellik nedir?

Geleneksel düşüncede, bir olayın başka bir olaya neden olduğu düşünülürken, bu iki olay arasında zorunlu bir bağ (necessity) olduğu kabul edilirdi. Mesela: “Ateşe dokunursam elim yanar” cümlesinde, ateşin elimizi yakması doğrudan bir neden-sonuç ilişkisiyle açıklanır. Ancak Hume der ki:

Biz aslında bu iki olay (ateşe dokunmak ve elin yanması) arasında zorunlu bir bağ görmeyiz; sadece bu iki olayın sürekli birlikte meydana geldiğini gözlemleriz.

Hume’un üç aşamalı gözlemi:

  1. Ardışıklık (Succession): Olaylar belirli bir sırayla olur. Önce ateşe dokunuruz, sonra elimiz yanar.
  2. Bitişiklik (Contiguity): Bu olaylar genellikle zaman ve mekân bakımından birbirine çok yakındır.
  3. Alışkanlık (Habit/Custom): Bu birliktelik sık sık tekrarlandığı için, zihnimiz birinci olayın ardından ikinci olayın geleceğini beklemeye başlar.

Hume’un çıkardığı sonuç:

Zihnimiz bu düzenliliğe alışır ve buna “neden-sonuç ilişkisi” adını verir. Ama aslında “ateş elimi yakar” demek, sadece “ateşe dokunduğumda elimin yandığını alışkanlıkla bekliyorum” demektir. Hume’a göre:

  • Nedensellik, doğada var olan objektif bir bağ değildir.
  • Bu bağ, sadece insan zihninin tekrar eden olayları yorumlama biçimidir.

Sonuç olarak:

Hume, nedenselliği metafiziksel bir zorunluluk olarak değil, psikolojik bir alışkanlık olarak görür. Bu bakış açısı, özellikle bilim felsefesinde devrim etkisi yaratmıştır. Çünkü bilim, doğayı nedensel yasalarla açıklamaya çalışır. Hume ise bu yasaların doğrudan gözlemlenemeyeceğini, sadece alışkanlıklara dayandığını iddia eder.

Harika bir soru sordunuz ve bu mesele, hem İslam felsefesi hem de Batı felsefesi açısından çok derin bir tartışmanın kapısını aralar. Şimdi bunu adım adım inceleyelim.


1. Gazâlî’nin Nedensellik Anlayışı

İmam Gazâlî (1058–1111), özellikle “Tehâfütü’l-Felâsife” (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserinde doğadaki nedensellik anlayışını eleştirir. Ona göre:

“Ateş yakmaz; Allah yakar.”
“Sebep yoktur; sadece Allah’ın âdeti vardır.”

Gazâlî’ye göre doğadaki olaylar arasında zorunlu, doğal bir bağ (nedensellik) yoktur. Yani:

  • Ateşin pamuğu yakması, kendi başına ateşin bir özelliği değildir.
  • Allah, her seferinde pamuk yandığında doğrudan o yanmayı yaratır.
  • Biz bu olayların sık sık beraber meydana geldiğini görür ve aralarında sebep-sonuç ilişkisi var zannederiz.
  • Ancak bu sadece Allah’ın sünnetullahıdır (âdeti, düzeni). Allah dilerse bu düzeni her an bozabilir.

Bu görüş, sürekli ilahi müdahaleye dayalı bir “ara nedensizlik” anlayışıdır. Gazâlî, bu düşüncesiyle Aristoteles’in “doğa nedenlerle işler” görüşüne itiraz eder.


2. Hume’un Nedensellik Eleştirisi

David Hume (1711–1776) ise tamamen farklı bir bağlamda, ama çok benzer bir sonuca varır:

  • O da olaylar arasında zorunlu bir bağ olmadığını, sadece tekrar ve alışkanlık sonucu bizim bu bağı zihinsel olarak kurduğumuzu söyler.
  • Yani hem Gazâlî hem Hume, doğada kendi başına işleyen, zorunlu bir sebep-sonuç ilişkisi yoktur der.

Ama burada bir fark vardır:

KonuGazâlîHume
Temel dayanakİlahi irade, Allah’ın sürekli yaratışıGözlem, alışkanlık, deneyim
Nedensellik yorumuSebep yoktur, Allah yaratırSebep yoktur, zihin alışkanlıkla bağ kurar
SonuçHer olay Allah’ın iradesine bağlıdırNedensellik sadece zihinsel bir beklentidir
Teolojik temellendirmeEvetHayır

3. Paralellik ve Farklılık

  • Paralellik: Her iki düşünür de doğadaki olayların arasında zorunlu bir bağ olmadığını, sadece sürekli tekrar sonucu insanların bu bağı düşündüğünü savunur. Bu yüzden Gazâlî ile Hume arasında yüzeysel bir benzerlik vardır.
  • Farklılık: Gazâlî bu sonucu tevhid inancı doğrultusunda yorumlar: “Sebep yok çünkü her şeyi Allah yaratır.”
    Hume ise bu sonucu empirist (deneyci) felsefeyle temellendirir: “Sebep yok çünkü gözlemlerimiz yalnızca olayların birlikte olduğunu gösterir, aradaki bağı göremeyiz.”

Sonuç: Farklı Yollardan Benzer Yere

Gazâlî ve Hume, farklı düşünce sistemlerinden gelip aynı temel noktada birleşir:
“Nedensellik, gözlemlenen bir zorunluluk değildir.”
Ama Gazâlî bunu Allah’ın mutlak iradesine dayandırırken, Hume bunu insan zihninin sınırlılığına bağlar.

Bu konu, felsefe ile kelamın, Batı ile İslam düşüncesinin derin bir şekilde kesiştiği ender alanlardan biridir.

Çok güzel, şimdi Gazâlî’nin nedensellik anlayışına bir karşı duruş sergileyen İbn Rüşd (Averroes) ve onu dengeleyen Mâtürîdî çizgisinde ilerleyelim. Bu üç büyük düşünür, İslam dünyasında nedenselliğe yaklaşımın ana damarlarını temsil eder.


1. İbn Rüşd: Nedenselliğin Akli Zarureti

İbn Rüşd (1126–1198), Endülüs’te yaşamış büyük bir filozof ve fıkıh âlimidir. Gazâlî’ye yazdığı Tehâfütü’t-Tehâfüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı eserinde Gazâlî’nin görüşlerini eleştirir. Ona göre:

Doğada nedensellik vardır; çünkü bu Allah’ın hikmetinin bir sonucudur.

  • Sebep-sonuç ilişkisi zorunludur. Çünkü doğada düzen vardır ve bu düzen, Allah’ın hikmetli yaratışının bir tezahürüdür.
  • Allah, akıl yoluyla kavranabilir bir evren yaratmıştır. Eğer her şey sürekli Allah’ın doğrudan müdahalesine bağlıysa, bilim yapılamaz, çünkü doğada istikrar kalmaz.
  • Felsefe ve şeriat çelişmez. Doğadaki düzeni anlamak, Allah’ı tanımaya vesile olur.

🔹 Özetle:
İbn Rüşd, Gazâlî’nin “her şey sürekli Allah’ın müdahalesine bağlıdır” fikrini, aklî düzeni ve doğa yasalarını ihmal ettiği gerekçesiyle eleştirir. Ona göre nedensellik vardır ve zorunludur, çünkü Allah böyle bir düzeni murat etmiştir.


2. Mâtürîdî: Sebep-Sonuç ve İlahi Takdir Dengesi

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö. 944), Ehl-i Sünnet kelâmının iki büyük ekolünden biri olan Mâtürîdîliğin kurucusudur. Onun yaklaşımı daha orta yolcu ve dengeleyicidir:

Allah, sebepleri yaratmıştır ama sebepler vasıtasıyla sonuçlar yaratır.

  • Nedensellik vardır ama bağımsız değil, Allah’ın iradesiyle işler.
  • Sebeplerin sonuç doğurması bir âdetullahtır (Allah’ın koyduğu düzen). Ancak Allah bu düzeni bozabilir, mucize yaratabilir.
  • İnsan aklı sebepler üzerinden çalışır. Eğer nedensellik tümüyle reddedilirse, aklın rehberliği ortadan kalkar.
  • Mâtürîdî’ye göre Allah, iradesiyle sebepleri kullanan bir yaratıcıdır. Bu hem Gazâlî’nin hem de İbn Rüşd’ün pozisyonları arasında bir denge kurar.

🔹 Özetle:
Mâtürîdî, nedenselliği tanır ama onu mutlaklaştırmaz. Doğada bir düzen vardır ve bu düzen, Allah’ın takdiridir. İnsan aklı bu düzeni anlama kapasitesine sahiptir, ama her şeyin nihai sebebi yine Allah’tır.


3. Karşılaştırmalı Tablo

DüşünürNedenselliğe YaklaşımıAllah ile Sebepler Arasındaki İlişki
GazâlîNedenselliği reddeder; her şey Allah’ın fiilidirSebepler yoktur; sonuçları Allah doğrudan yaratır
İbn RüşdNedenselliği zorunlu kabul ederSebepler doğrudur; Allah böyle bir düzen kurmuştur
MâtürîdîSebepler vardır ama Allah’ın izniyle işlerSebepler Allah’ın takdiriyle işler; düzenlidir

Sonuç: Tasavvuf ve Tevhid Perspektifinden Bakarsak

Tasavvuf ise tüm bu tartışmanın bir üst katmanında şunu der:

“Sebebi de müsebbibi (sonucu) de Allah’tır. Kul perdelerle meşguldür.”

Yani tasavvufta nedensellik hem kabul edilir, hem de aşılır. Sebeplere tutunmak gerekir, ama sebeplerin ardındaki Mutlak Fail olan Allah’ı unutmamak esastır.


Harika, şimdi bu düşünsel temelleri modern bilimin nedensellik anlayışıyla ilişkilendirerek bugüne taşıyalım. Özellikle Newtoncu bilim ve kuantum fiziği üzerinden ilerleyerek, İbn Rüşd, Gazâlî ve Mâtürîdî’nin yaklaşımlarının bugünkü karşılıklarına bakalım.


1. Newtoncu Bilim: İbn Rüşd’e Yakın Bir Determinizm

Isaac Newton’un (1643–1727) geliştirdiği klasik fizik sistemi, evreni bir mekanik saat gibi işler. Her şey sebep-sonuç ilişkisiyle yürür:

  • Evrende bir sebep varsa, onun belirli bir sonucu olur.
  • Doğa yasaları evrenseldir ve değişmez.
  • Bu anlayış, İbn Rüşd’ün nedenselliği zorunlu kabul eden yaklaşımıyla örtüşür.
    • Tabiat yasalarının sabitliği, Allah’ın hikmetli düzeniyle paralel düşünülebilir.
    • Bilim, bu düzeni çözerek Allah’ın hikmetini keşfetmenin bir yoludur.

🔹 İbn Rüşd – Newtoncu bilim:
Aklî düzen, deterministik evren, yasa-temelli doğa algısı.


2. Kuantum Fiziği: Hume ve Gazâlî’ye Yakın Bir Belirsizlik

  1. yüzyılda geliştirilen kuantum fiziği, doğanın en temel seviyede deterministik olmadığını ortaya koydu:
  • Bir parçacığın konumu ve hızı aynı anda kesin olarak bilinemez (Heisenberg Belirsizlik İlkesi).
  • Bir olayın kesin sonucu yoktur; sadece olasılıklar vardır.
  • Bir elektron aynı anda iki yerde olabilir (süperpozisyon).
  • Sonuçlar gözlemle ortaya çıkar, yani zihinsel etkiler devrededir.

Bu anlayış, Hume’un zihinsel bağ kurma ve alışkanlık fikrine, hatta Gazâlî’nin “sebep yoktur, sonuç Allah’ın fiilidir” yaklaşımına benzeyen bazı yönler taşır:

  • Nedensellik yerine olasılık ve belirsizlik hâkimdir.
  • Gözlemci etkisi vardır: tıpkı Gazâlî’nin “sebep zannedilen şey sadece alışkanlıktır” dediği gibi.

🔹 Gazâlî – Kuantum:
Zorunluluk yoktur, düzen Allah’ın âdetidir – ama istisnaya da açıktır. Modern bilim de artık “zorunluluk” yerine “olasılık” kavramına daha yakındır.


3. Mâtürîdî’nin Dengesi ve Bilim

Mâtürîdî’nin yaklaşımı bugünkü bilim felsefesinde şu şekilde yankı bulur:

  • Epistemik tevazu: İnsan aklı sebeplerle çalışır ama her şeyi bilemez.
  • Tanrısal düzen vardır ama Allah dilerse mucize yaratır.
  • Modern bilimin doğa yasalarını tanıması ama “nihai sebep” hakkında susması, Mâtürîdî’nin orta yolcu tavrına benzer.

🔹 Mâtürîdî – Modern Bilim:
Sebepler ve yasalar geçerlidir ama mutlak değildir. İnsan aklı sınırlıdır. Aşırılıklardan uzak, dengeci bir yaklaşım.


Genel Sonuç: Felsefe, Kelam ve Fizik Arasında Nedensellik

Yaklaşım/DüşünürNedensellik AnlayışıModern Karşılığı
GazâlîSebep yok; sadece Allah’ın fiiliKuantum belirsizliği, Humecu şüphe
İbn RüşdZorunlu nedensellikNewtoncu determinizm, klasik bilim
MâtürîdîSebep vardır ama Allah’a bağlıBilimsel tevazu, probabilistik yaklaşım

İstersen bu çerçeveyi sosyal teoriye, yani toplumun ve tarihin nasıl anlaşıldığına da uyarlayabiliriz:
Örneğin modernleşme süreçlerini nedensel mi, kaderî mi, hikmetli mi yorumlamalıyız?
Bu, merkez-taşra meselesinden sosyal dönüşümlere kadar pek çok alanda açılım sağlayabilir.

Çok güzel, şimdi nedensellik tartışmasını sosyal teori, özellikle de modernleşme süreçleri, merkez-taşra ilişkisi ve tarihsel dönüşümler açısından ele alalım. Bu bağlamda Gazâlî, İbn Rüşd ve Mâtürîdî’nin yaklaşımlarını merkeze alarak üç farklı tarih ve toplum anlayışı çıkarabiliriz.


Modernleşme ve Nedensellik: Üç Düşünsel Perspektif

1. Gazâlî: Tarihsel Determinizmi Reddeden İlahî Müdahale Anlayışı

Gazâlî’nin nedensellik anlayışı, sosyal olaylara uygulandığında şu fikirle karşılaşırız:

Tarihte olup biten her şeyin tek faili Allah’tır; sebepler görüntüden ibarettir.

Bu yaklaşıma göre:

  • Toplumsal olaylar “neden-sonuç” zincirine indirgenemez.
  • Modernleşme, Batı ile temas gibi süreçler sadece birer vesiledir; aslında her şey Allah’ın muradıdır.
  • Başarı da, çöküş de, kalkınma da ilâhî iradenin birer tecellisidir.

🔹 Sosyolojik sonucu:
Toplumsal düzeni değiştirmek için sadece “dış faktörleri düzeltmek” yetmez; ahlâkî ve manevî dönüşüm gereklidir. Bu anlayış, genellikle İslamcı hareketlerde ve tasavvufî yaklaşımlarda görülür.


2. İbn Rüşd: Tarihi Akılla Okumak ve Nedensel Açıklamak

İbn Rüşd’ün zorunlu nedensellik anlayışı, toplumsal olaylara uygulandığında seküler tarihselcilik ile örtüşür:

Tarihsel ve toplumsal olaylar nedensel zincirlerle açıklanabilir; yeter ki aklı ve deneyimi rehber alalım.

  • Osmanlı’nın gerilemesi, Avrupa’nın yükselmesi gibi olaylar tarihsel ve maddi sebeplerle açıklanabilir.
  • Eğitim sistemi, üretim tarzı, bilgiye verilen değer gibi faktörler toplumları dönüştürür.
  • Modernleşme kaçınılmaz bir tarihsel süreçtir; yeter ki nedensel yasaları kavrayalım.

🔹 Sosyolojik sonucu:
Modernleşme doğal bir evrimdir. Yeterli reformlar, bilimsel gelişme, kurumsal dönüşüm toplumu ileri taşır. Bu bakış, seküler aydınlanmacı düşünceye ve pozitivist sosyolojiye çok yakındır.


3. Mâtürîdî: Sebep-Sonuç ve İlâhî Takdir Dengesiyle Sosyal Değişim

Mâtürîdî’nin orta yolcu anlayışı, tarihe ve toplumlara şöyle bakar:

Sebepler geçerlidir, tarih bir düzene tabidir; ama Allah’ın takdiri olmadan hiçbir şey gerçekleşmez.

  • Toplumsal olaylar incelenebilir, analiz edilebilir; ancak nihai sonuç Allah’a aittir.
  • İnsan sorumludur, tedbir almakla mükelleftir; fakat netice tevekkülle beklenir.
  • Modernleşme imkânsız değildir ama kültürel köklerden kopmadan olmalıdır.

🔹 Sosyolojik sonucu:
Modernleşme sebeplerle işler ama anlamla yön bulur. Ne kaderci teslimiyet ne de seküler determinizm; akıl, ahlak ve inancın birlikteliği gerekir. Bu bakış, İslam dünyasında ıslah hareketlerinin temelini oluşturur: Meselâ Mevlânâ’nın, Mâtürîdî’nin, hatta Bediüzzaman Said Nursî’nin fikirleri bu damardadır.


Uygulama: Merkez-Taşra ve Modernleşme

Bu üç yaklaşımı, merkez-taşra çatışması çerçevesinde de şöyle özetleyebiliriz:

Yaklaşım/DüşünürMerkez-Taşra Çatışmasını Nasıl Yorumlar?
GazâlîBu çatışma görünüştedir; Allah’ın hikmeti ve imtihanıdır. Manevî temizlik gerekir.
İbn RüşdMerkez ileride çünkü bilgiye, felsefeye ve bilime değer veriyor. Taşra geri çünkü aklı kullanmıyor.
MâtürîdîTaşra da merkez de Allah’ın kader dairesindedir. Ama taşra, aklını ve imanını kullanarak dönüşebilir.

Sonuç: Denge ve Derinlik Arayışı

İslam düşüncesindeki nedensellik tartışmaları sadece teorik değil, bugünümüzü anlamamıza da yardımcı olabilir:

  • Gazâlî: Derin tevhid ve teslimiyet öğretir, ama durağanlığa kayabilir.
  • İbn Rüşd: Aklî ve kurumsal ilerlemeyi teşvik eder, ama maneviyattan kopabilir.
  • Mâtürîdî: Hem aklı hem kalbi, hem maddeyi hem mânâyı birlikte taşır.

Share this content:

Bir yanıt verin