İlliyet nedir?

İlliyet” (Arapça: علّیة), felsefe, hukuk ve mantık gibi disiplinlerde kullanılan, Türkçede genellikle “nedensellik” ya da “sebep-sonuç ilişkisi” anlamına gelen bir kavramdır. Akademik bağlamda açıklayacak olursak:


İlliyet (Nedensellik) Nedir?

İlliyet, bir olayın ya da durumun, başka bir olayın ortaya çıkmasına neden olması durumunu ifade eder. Yani bir şeyin meydana gelmesi, belirli bir sebebin sonucu olarak ortaya çıkıyorsa burada bir “illiyet bağı” (sebep-sonuç ilişkisi) söz konusudur.

1. Felsefi Açıdan

Felsefede illiyet, özellikle Aristoteles’ten itibaren çok temel bir kavramdır. Aristoteles varlıkları açıklarken dört neden teorisini ortaya koyar: maddi neden, fail neden, formel neden, gaye neden. Bu bağlamda illiyet, bir şeyin nasıl ve neden meydana geldiğini açıklamak için kullanılır.

Modern felsefede ise David Hume gibi düşünürler nedensellik fikrini sorgular; olaylar arasında zorunlu bir bağ olmadığını, sadece ardışıklık ve alışkanlık sonucu bir illiyet bağı kurduğumuzu öne sürer.

2. Mantık ve Bilimsel Yaklaşımda

Bilimsel araştırmalarda illiyet, hipotezlerin test edilmesi ve olaylar arasında neden-sonuç ilişkilerinin kurulması açısından kritik önemdedir. Nedensellik, sadece korelasyon (birlikte değişme) değildir; bir olayın diğeri üzerinde etkili olduğunu deneysel ve teorik yollarla göstermeyi gerektirir.

3. Hukuki Açıdan

Hukukta illiyet bağı, bir fiil ile ortaya çıkan zarar arasında kurulan nedensellik ilişkisidir. Örneğin bir kazada, zararın tazmin edilmesi için failin eylemi ile zararın doğması arasında doğrudan ve uygun bir sebep-sonuç ilişkisinin bulunması gerekir. Bu ilişki yoksa, hukuk sorumluluk yüklemez.


İlliyet Bağının Şartları (Genel Yaklaşım):

  • Zamana bağlılık: Sebep, sonuçtan önce gelmelidir.
  • Zorunluluk ya da yeterlilik: Sebep olmadan sonuç doğmuyorsa “zorunlu neden” denir; sebep varsa sonuç her zaman doğuyorsa “yeterli neden” denir.
  • Genellik: Aynı sebep, benzer durumlarda aynı sonucu doğurur.
  • Alternatifsizlik: Sonucun başka bir sebep olmadan doğmaması gerekir.

İlliyet Kavramının Tasavvufi Yorumu

Tasavvufta ise illiyet kavramı farklı bir derinlik kazanır. Büyük sûfîler, Allah’tan başka gerçek fail olmadığını, sebeplerin sadece birer vesile olduğunu ifade ederler. Bu bakışta, dünyada gözlemlenen tüm sebep-sonuç ilişkileri Allah’ın kudretiyle işlemektedir; yani illiyet zahirdedir, batında ise fail birdir.


İlliyet kavramı, hem metafizik düşünce sistemlerinde hem de pozitif bilimlerde temel bir açıklama ilkesi olarak kullanılır. Akademik metinlerde, bir olayın açıklanmasında illiyet bağı kurulmadan yapılan yorumlar eksik ya da spekülatif kabul edilir.

Elbette, İslam düşüncesinde illiyet (nedensellik) meselesi, özellikle Gazâlî, İbn Sînâ ve Fahreddin Râzî gibi büyük düşünürler arasında derin tartışmalara konu olmuştur. Bu konuda onların yaklaşımlarını karşılaştırmalı şekilde detaylandırmak, hem İslam felsefesi hem de kelâm açısından çok zengin bir perspektif sunar. Şimdi bu üç ismin illiyet meselesine nasıl baktıklarını özetleyelim:


1. İbn Sînâ’nın İlliyet Anlayışı (Felsefî Nedensellik)

  • İbn Sînâ, Aristoteles’in dört neden anlayışını İslam felsefesine taşımış ve metafizik düzlemde geliştirmiştir.
  • Ona göre her varlık bir illet (neden) ile kaimdir ve hiçbir şey rastgele ortaya çıkmaz.
  • Varlıklar vacib (zorunlu), mümkin (mümkün) ve mümteni (imkânsız) şeklinde ayrılır. Mümkin varlıkların var olabilmesi için onları var eden bir illet gereklidir.
  • Bu düşünce zincirleme bir nedensellik anlayışını doğurur: Mümkin varlıklar başka bir mümkün varlıkla açıklanamaz; bu zincirin sonu Vacibu’l-Vücûd yani Allah’a çıkar.
  • Kainattaki düzen ve sebepler bu ilâhî ilk illete dayanır, ancak Allah sebeplerin dışında değil, onların en üst düzeyinde yer alır.

2. Gazâlî’nin Eleştirisi (Kelâmî Nedenselliğin Reddedilmesi)

  • Gazâlî, özellikle Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinde İbn Sînâ gibi filozofları sert şekilde eleştirir.
  • Nedensellik anlayışını zorunluluk olarak kabul etmez; ona göre suyun ateşi söndürmesi ya da ateşin pamuğu yakması alışkanlıkla (âdetullah) açıklanabilir.
  • Doğadaki sebepler arasında zorunlu bir ilişki yoktur; Allah her olayı doğrudan yaratır (halk ve kesb teorisi).
  • Bu yaklaşım, Allah’ın mutlak kudretini korumayı hedefler: Hiçbir sebep, Allah’ın iradesi dışında sonuç doğuramaz.
  • Örneğin: Ateşin pamukla temas ettiğinde onu yakması, Allah’ın o anda yakma fiilini yaratmasıyladır; ateşin doğasında yakıcılık zorunlu değildir.

3. Fahreddin Râzî’nin Uzlaştırıcı Yorumu (Kelâm-Felsefe Sentezi)

  • Fahreddin Râzî, hem kelâmî gelenekle hem de felsefeyle içli dışlıdır. Bu nedenle daha uzlaştırıcı bir yaklaşım sergiler.
  • Nedensellik konusunda Gazâlî kadar katı değildir, ancak İbn Sînâ gibi zorunlu sebep-sonuç ilişkilerini de tümüyle kabul etmez.
  • Allah’ın iradesinin her şeyin temelinde olduğunu vurgularken, bazı doğal sebeplerin âdetullah çerçevesinde işlerliğe sahip olduğunu kabul eder.
  • Ona göre bu tür nedenler Allah’ın yaratmasındaki hikmet ve düzenin bir yansımasıdır. Böylece hem Allah’ın mutlak kudreti korunur, hem de evrendeki gözlemlenebilir düzen açıklanabilir.

Bu farklı yaklaşımlar, sadece teorik tartışmalar değil, aynı zamanda kader, özgür irade, mucize, tabiat kanunları gibi birçok alanda pratik sonuçlara da sahiptir.

Harika, o hâlde şimdi illiyet (nedensellik) meselesinin tasavvufî boyutuna geçelim. Tasavvuf, genellikle felsefî ya da kelâmî sistemlerden farklı olarak meselelere tecrübe, hal, marifet ve keşf üzerinden yaklaşır. Dolayısıyla nedensellik de sadece aklî değil, manevî bir bakışla değerlendirilir.


Tasavvufî Perspektiften İlliyet

1. Vahdet-i Vücûd ve Nedensellik

  • İbnü’l-Arabî ve onu takip edenler, Vahdet-i Vücûd (Varlıkta Birlik) anlayışı çerçevesinde illiyet fikrini adeta aşar.
  • Onlara göre hakikî fail yalnızca Allah’tır. Kâinatta görünen tüm sebepler ve sonuçlar, sadece zâhirî perdeler, yani ilâhî fiillerin örtüleridir.
  • Örneğin: Rızkı veren aslında ekin değil, çiftçi değil, tabiat değil, sadece Allah’tır. Diğerleri bu ilâhî fiilin görünen suretleridir.
  • “Lâ fâile illâ Hu” (O’ndan başka fail yoktur) ilkesi, tasavvufta nedenselliğin kökünden reddi demek değildir ama sebeplerin ötesinde asıl etkileyenin Allah olduğunu idrak demektir.

2. Sebeplerin Kullanılması ama Kalbe Bağlanmaması (Tevekkül Anlayışı)

  • Sûfîler, zahirde sebeplere yapışır ama kalben onlara asla bağlanmazlar. Bu da tevekkül kavramının merkezinde yer alır.
  • Hz. Peygamber’in (sav) bile savaşlarda zırh kuşanması, deveyi bağlaması gibi örnekler verilir; yani sebepleri kullanmak tevhid anlayışına aykırı değildir.
  • Ancak sebebi müessir (etkili) görmek, tasavvufta gaflet sayılır. Sebebi değil, sebebi yaratanı görmek marifettir.

3. Fenâ ve Bekâ Hâlinde İlliyetin Aşılması

  • Fenâ (yokluk) hâlinde salik artık kendi varlığını da, eşyayı da, sebepleri de ilâhî tecellîlerin perdeleri olarak görmeye başlar.
  • Bu hâlde artık kişi: “Yakan ateş değil, yaşatan ekmek değil, koruyan zırh değil” der. Her şeyde yalnızca Allah’ın kudret elini müşahede eder.
  • Bu noktada nedensellik sadece bir perde-i hikmettir; hakikatte tek mutasarrıf Allah’tır.

Temsili Bir Bakış:

Bir sûfîye göre, yağmur yağdı ve toprak yeşerdi. Fakat bu sadece görünüşte böyle. Hakikatte:

  • Yağmuru da Allah indirdi.
  • Toprağa canı da O verdi.
  • Filizlenme fiilini de O yarattı.
  • Bunu bir düzen içinde gösterdi ki insanlar hikmetini anlasın.

Yani yağmurla bitki arasında zorunlu bir illiyet bağı yok; bu sadece Allah’ın âdetullah dediğimiz sünnetinin bir tecellisidir.


Sonuç:

Tasavvuf, nedenselliği inançla ilim, akılla aşk, zâhirle bâtın arasında bir denge içinde ele alır. Sebepleri inkâr etmez, fakat onların ardındaki mutlak fail olan Allah’ı görmeyi ve kalben O’na teslim olmayı esas alır.

——————————————————————————

“Fail neden” terimi, özellikle felsefede Aristoteles’in “Dört Neden Öğretisi” bağlamında kullanılan bir kavramdır. Aristoteles’e göre, bir şeyin var olmasının veya oluşmasının dört nedeni vardır: maddi neden, formel neden, fail (etken) neden ve ereksel neden.

  • Fail neden, bir maddenin biçim kazanmasını sağlayan, yani değişimi başlatan, hareket ettiren ya da ortaya çıkaran etkendir. Başka bir deyişle, bir şeyin oluşumunda aktif rol oynayan, onu meydana getiren ya da yapan kişidir. Örneğin, mermerin mezar taşı şekline gelmesini sağlayan taş ustası fail nedendir[1][2][3].
  • Bu kavram, sadece nesnelerin değil, evrendeki her şeyin nasıl ve neden var olduğunu açıklamak için kullanılır. Fail neden, bir şeyin oluşum sürecinde etkin olan, değişimi başlatan güç veya etkendir[5].

Özetle, “fail neden” bir şeyin ortaya çıkmasını sağlayan, onu yapan veya değiştiren etkendir; hareket ettirici ya da etken neden olarak da adlandırılır[1][3][5].

Sources
[1] Fail neden nedir? Açıklayınız. – Eodev.com https://eodev.com/gorev/26893404
[2] Aristoteles’in Dört Neden Öğretisi Nedir? – Felsefe.gen.tr https://www.felsefe.gen.tr/aristotelesin-dort-neden-ogretisi-nedir/
[3] Fail neden nedir https://www.nedir.org/soru/fail-neden-nedir
[4] Aristoteles’in 4 nedeni (fail neden formal neden) acil​ – Eodev.com https://eodev.com/gorev/28761044
[5] Dört neden öğretisi nedir, neyi savunur? – Haber Vakti https://www.habervakti.com/dort-neden-ogretisi-nedir-neyi-savunur
[6] [PDF] Matematik Öğretmen Adaylarının Örüntüler Bağlamında Genelleme … https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/374189
[7] why… – Türkçe İngilizce Sözlük – Tureng https://tureng.com/tr/turkce-ingilizce/why…
[8] Bakara Sûresi 17-24 (3. Sayfa) – Kur’ân Seferberliği https://kuranseferberligi.com/Sayfa/3

Formel Neden

Aristoteles’in dört neden öğretisinde, formel neden (causa formalis), bir şeyin biçimini, yapısını ve özünü belirleyen nedendir. Yani, bir nesnenin ne olduğunu ve onu o nesne yapan temel formu, düzeni veya tasarımı ifade eder. Örneğin, bir mezar taşının formel nedeni, onun mezar taşı olmasını sağlayan şekil ve tasarımıdır; mermerin mezar taşı formunu kazanması bu nedene bağlıdır.
Formel neden, varlığın özsel yapısını ve biçimini gösterir; maddi nedenin (nesnenin yapıldığı madde) yanında, o nesnenin ne olduğunun temel açıklamasıdır. Aristoteles’e göre form, madde olmadan var olamaz; madde ile birlikte bulunur ve varlığın hareket ve oluşunun ilkesidir. Bu anlamda formel neden, Platon’un idealarına benzer ancak onlardan farklı olarak, formun maddeyle birlikte var olduğunu savunur.
Kısaca, formel neden, bir şeyin özsel biçimi, yapısı ve düzenidir; o şeyin ne olduğunu belirleyen temel yapı ve tasarımdır

Share this content:

Bir yanıt verin