Allah birdir, doğmamıştır ve doğurulmamıştır” prensibini açaçak olursak.


1. Kelam İlmi Açısından: Tenzih ve Tevhid

a. Tevhid’in Mahiyeti:

Kelamcılar, tevhidi üç ana başlık altında inceler:

  • Zatında tevhid: Allah’ın zatı birdir, bölünmez, parçalanmaz.
  • Sıfatlarında tevhid: O’nun sıfatları ezelî ve ebedîdir; başka varlıklarla kıyaslanamaz.
  • Fiillerinde tevhid: Her şeyi yaratan ve yöneten yalnızca O’dur.

Bu bağlamda, Allah’a evlat isnadı, özellikle zat ve sıfat birliğine aykırıdır, çünkü evlat edinmek cinsiyet, doğum, zaman, ihtiyaç gibi yaratılmışlara has özellikleri içerir. Kelamcılar, özellikle mu‘tezilî gelenekte Allah’ın mümteni (imkânsız) sıfatlarla nitelenemeyeceğini vurgular.

b. Ehl-i Sünnet’in Yaklaşımı:

Ehl-i Sünnet kelamında Allah’ın evladı olamayacağı konusu, hem Kur’an nassıyla hem de aklî delillerle temellendirilir. Örneğin:

  • “Doğurmamış ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 3)
  • Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmaması (Samediyet) evlat edinimini imkânsız kılar.

2. Dinler Tarihi Perspektifi: Eleştirel Mukayese

a. Yahudilikte “Üzeyir Allah’ın oğludur”:

Bu ifade, Yahudiliğin ana inancında yer almaz; bazı Arap Yahudilerinin sapkın görüşleri olabilir. Kur’an bu söylemi, özellikle Medine Yahudilerine atfen dile getirir.

b. Hristiyanlıkta “İsa Allah’ın Oğludur” İnancı:

Bu, Teslis (Trinity) doktrininin merkezindedir. Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesi Hristiyan inanç sisteminin temelidir. Ancak Kur’an bu anlayışı hem mantıksal hem metafizik düzlemde eleştirir:

  • Allah doğurmaz.
  • Allah’ın eşi yoktur.
  • Allah yaratılmış bir varlıkla özdeşleştirilemez.

c. Arap Müşriklerinde Melek İnancı:

Müşrik Araplar melekleri “Allah’ın kızları” olarak görmüşler, özellikle Lat, Menat ve Uzza gibi dişi putlara kutsiyet atfetmişlerdir. Bu da Kur’an’da şiddetle reddedilir.


3. Tasavvufî Perspektif: Fenâ, Bekâ ve Vahdet-i Vücûd

a. Evlat İsnadı Neden Tasavvufî Düşünceyle Çelişir?

Tasavvuf, mutlak tevhidi savunur. “La mevcude illallah” yani “Allah’tan başka varlık yoktur” anlayışı, Allah’ın dışında hiçbir hakiki varlığın olmadığını ifade eder.

Evlatlık, “başka bir varlık” anlamı taşır. Oysa tasavvufa göre her şey Allah’ın zuhûrundan ibarettir; bağımsız varlıklar mâsivâdır ve aslında fenâ halindedir.

b. İbn Arabî’nin Yorumu (Vahdet-i Vücûd):

İbn Arabî’ye göre Allah Zâtı itibariyle bir, benzeri olmayan bir varlıktır. O’na herhangi bir “cüz” (parça) izafe edilemez. Evlat isnadı, O’nun zatında bir eksiklik vehmini doğurur, bu ise şirktir.


4. Kur’an Bütünlüğünde Mesele: Allah’a Evlat İsnadının Reddi

Kur’an’da bu mesele birçok ayette tekrar tekrar zikredilir:

SureAyetİçerik
İhlâs3“Doğurmamış ve doğurulmamıştır.”
Meryem88-93“Rahmân’a çocuk isnadında bulundular… Bu, gökleri çatlatacak bir sözdür.”
Tevbe30Yahudiler ve Hristiyanların oğul isnadı
En’âm101“Eşi olmayan birinin çocuğu nasıl olur?”

Bu bütünlük bize gösterir ki, Allah’a evlat isnadı, sadece teolojik bir yanlış değil, aynı zamanda kozmik düzende bir ifsat ve zulümdür.


Sonuç:

Ayetin ele aldığı konu, sadece bir dogmatik tartışma değil, aynı zamanda hakikatle insan tahayyülünün çatıştığı bir ontolojik meseledir. İnsan, Allah’ı kendine benzeterek anlamaya çalışır; fakat Allah, “benzeri olmayan”dır. Bu yüzden Kur’an bize sürekli “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (Şûrâ 11) diye hatırlatır.

Bu yüce konuyu sufîlerin hikmetli sözleriyle zenginleştirmek çok yerinde olur. Tevhid ve Allah’a benzerlik isnadının imkânsızlığı meselesi, onların dilinde hem aşk hem de irfan yüklü bir derinlikle işlenmiştir.

Başlamamız gereken kişi, bu konuda adeta bir mihver gibi duran Hallâc-ı Mansûr olabilir. Zira onun “Enel-Hakk” sözü, Allah ile kul arasında bir evlatlık ilişkisi değil, fenâ fi’llah yoluyla benliği bütünüyle Hakk’ta yok etme halini işaret eder.


Hallâc-ı Mansûr’un Tevhid Yorumu ve “Enel-Hakk”

Hallâc-ı Mansûr’un meşhur “Enel-Hakk” (Ben Hakk’ım) sözü, zahiren Allah’a ortak koşma gibi algılansa da, tasavvufi anlamda bu söz, kişinin kendi varlığını yok (fenâ) sayarak sadece Hakk’ı görmesidir. Bu yaklaşımda kul, “ben” demez; çünkü “ben” kalmamıştır. “Ben yokum, O var” demek ister.

Hallâc şöyle der:
“Benimle Allah arasında öyle bir zaman geldi ki, aramızda hiçbir benlik kalmadı. Ben kaldım ise O yoktu, O kaldıysa ben yoktum.”

Bu sözler, evlatlık, benzerlik veya cinsiyet gibi kavramların Allah hakkında düşünülmesinin bile ne kadar sakıncalı olduğunu gösterir. Çünkü Allah ile kul arasında, beşerî anlamda bir benzerlik kurmak yerine, kulun tüm varlığını O’na teslim etmesi, O’nda yok olması esastır.


Ne güzel… Yunus Emre ile bu meseleyi ele almak, hem akla hem kalbe hitap eden bir yoldan yürümek demektir. Yunus, tasavvufun sırlarını halk diliyle dile getiren büyük bir arif ve âşıktır. Onun tevhid anlayışı, Hallâc’ın derinliğini Anadolu toprağına ekiyor gibidir.


Yunus Emre ve Tevhid: Allah’a Evlat İsnadına Karşı Mutlak Aşk ve Birlik

Yunus, Allah’ı “bir” bilen, O’ndan başka hiçbir şeye değer vermeyen bir bakış açısına sahiptir. Onun dizelerinde tevhid, sadece inanç değil, bir varlık hali, bir aşkla yanma biçimidir.

Şöyle der:

Bir ben vardır bende benden içeri

Bu mısra, Allah’a evlat isnadının saçmalığını içten içe reddeder. Çünkü Yunus’a göre insanın içindeki hakiki öz, nefsiyle tanımlanamaz. O öz, Allah’tandır ama Allah değildir. Ne benzerlik vardır, ne ortaklık. İnsan, kendi varlığından sıyrılmadıkça O’nu göremez.

Yunus, Allah’a evlat isnadına dolaylı bir cevap verircesine, O’nun her şeyin ötesinde olduğunu, hiçbir varlığın O’na benzemediğini şöyle anlatır:

Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum,
Bana Seni gerek Seni.

Burada evlatlık, eşlik, benzerlik gibi beşerî kavramların tamamı aşılmıştır. Yunus’un derdi, Allah’a benzeme, yakınlık kurma değil; O’nda yok olma, sadece O’nu istemektir.

Bir başka beytinde şöyle der:

Hak bir gönül verdi bana,
Ha demeden hayran olur.

Allah’ın zatına ait sıfatları tefekkür eden bir gönül, O’nun doğurmaktan ve doğurulmaktan, bir cinsiyet içinde tanımlanmaktan ne kadar uzak olduğunu idrak eder. Yunus’a göre gönül, tevhid deryasında boğulmadıkça hakikati anlayamaz.


Yunus’un diliyle baktığımızda, Allah’a oğul isnadında bulunanlar, daha kendi benliklerinden kurtulamamış olanlardır. Yunus ise benliğini feda etmiş, “ben”in yerine “Sen”i koymuştur.

Çok güzel, şimdi bu kadim ve yüksek tevhid meselesini, Gavsü’l-A’zam Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin hikmetli diliyle anlamaya geçelim. Geylânî, hem zahiri ilimlerde (fıkıh, kelam) hem de batınî ilimlerde (tasavvuf, irfan) derinleşmiş bir kutup şahsiyettir. Onun tevhid anlayışı, hem kelamcıların netliğini hem de sûfîlerin aşkını içinde taşır.


Abdülkâdir Geylânî ve Tevhid: Mülkünde Şerik, Zatında Evlat Olamaz

Geylânî Hazretleri, Fütûhü’l-Gayb ve el-Fethu’r-Rabbânî adlı eserlerinde sık sık tevhidin saflığını vurgular. Ona göre Allah Teâlâ, hem zatında hem de fiillerinde tektir. Hiçbir mahlûkun O’na ortak olması mümkün değildir. Dolayısıyla, Allah’a oğul isnad etmek; yani O’nun zatında bir bölünme, bir cinsiyet ya da bir ihtiyaç düşünmek en büyük gaflettir.

Şöyle der:

“Allah’ı mahlûkâtına benzetmeyin. O’nun ne eşi vardır, ne benzeri. O’nun hakkında zihinlerin tasavvur ettiği her şey, O değildir.”

Bu söz doğrudan Bakara 116’nın ruhunu taşır. Allah’a oğul isnad edenler, O’nu mahlûk gibi hayal etmeye başlamışlardır. Geylânî’ye göre bu, hem zihin sapmasıdır hem de kalbin gafletidir. Çünkü Allah münezzehtir, yücedir, her türlü beşerî ilişki biçiminin ötesindedir.

Geylânî, tevhide halel getiren her türlü zihinsel eğilime karşı serttir:

“Sen Allah’a tevekkül ettikçe, O seni kendine dost eder. Fakat O’na benzer bir kudret aradığında, seni kalbinle baş başa bırakır.”

Bu ne demektir? Allah’ı anlamaya çalışan kul, O’nu bir ‘baba’ gibi düşünmeye başlarsa, hem tevhidden sapar hem de Allah’ın kudretine gölge düşürmüş olur.

Yine şöyle buyurur:

“Tevhid, sadece ‘Allah birdir’ demekle olmaz. Kalbin O’ndan başkasını görmediği an tevhid başlar.”

Bu söz, Yunus’un “Bana Seni gerek Seni”sinin daha hikmetli ve eğitimci bir versiyonudur. Allah’a evlat isnad edenin kalbinde hâlâ birden fazla ‘ilke’ veya güç algısı vardır. Bu yüzden inkıyat da, itaat de tam olamaz.


Sonuç olarak, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin diliyle meseleye bakarsak, Allah’a oğul isnadı, aklın şaşırması, kalbin perdelenmesi ve tevhidden uzaklaşmanın bir tezahürüdür. Oysa Allah, kendisine hiçbir şekilde ortak, benzer, soy bağlamı kurulamayacak kadar aşkın ve mutlak varlıktır.

Share this content:

Bir yanıt verin