İki Lider, İki Dönem: Hitler ve Erdoğan Arasındaki Farklılıkların Düşünsel ve Siyasal Analizi

Bu oldukça hassas ve dikkatli ele alınması gereken bir soru. Adolf Hitler ve Recep Tayyip Erdoğan arasında karşılaştırma yapmak, tarihsel bağlam, ideolojik yapı, yönetim biçimleri ve uygulamalar açısından ciddi farklılıkları göz önünde bulundurmayı gerektirir.

1. Tarihsel ve Siyasal Bağlam:

  • Adolf Hitler, 1933-1945 yılları arasında Almanya’da iktidarda kalmış, 2. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuş, milyonlarca insanın ölümüne yol açmış, totaliter bir faşist rejim kurmuş ve Holokost gibi insanlık suçlarını işlemiş bir liderdir.
  • Recep Tayyip Erdoğan, 2003 yılından bu yana Türkiye’de başbakan ve ardından cumhurbaşkanı olarak görev yapmış, demokratik seçimlerle iş başına gelmiş, İslamî değerlerle yoğrulmuş muhafazakâr bir siyasi hareketin lideridir.

2. İdeolojik Farklılık:

  • Hitler’in ideolojisi ırkçılık, antisemitizm ve Nazi totalitarizmi üzerine kuruludur. Tüm dünyaya hâkim olma arzusu, militarizm ve ırk temelli bir toplum hayali vardır.
  • Erdoğan’ın liderliğinde ise İslamî referanslarla yoğrulmuş bir muhafazakâr demokrat anlayış, milliyetçilik, ve kalkınmacı söylem ön plandadır. Türkiye’nin bölgesel bir güç olması hedeflenir.

3. Yönetim Tarzı:

  • Hitler, çok partili sistemi kaldırarak tek parti diktası kurmuştur. Basını, yargıyı ve tüm kurumları kendi mutlak otoritesine bağlamıştır.
  • Erdoğan döneminde Türkiye’de demokrasiye dair eleştiriler yapılmakla birlikte hâlen seçimler yapılmakta, muhalefet partileri ve farklı toplumsal sesler bulunmaktadır. Ancak özellikle 2016 darbe girişimi sonrası süreçte, otoriter eğilimlerin arttığı yönünde ciddi tartışmalar da vardır.

4. Şiddet ve İnsan Hakları:

  • Hitler’in rejimi doğrudan kitlesel katliamlar, soykırımlar, savaş suçları işlemiştir.
  • Erdoğan döneminde ise sert güvenlik politikaları, bazı insan hakları ihlalleri ve basın özgürlüğü tartışmaları yaşanmıştır; ancak Hitler rejimiyle kıyaslanabilecek sistematik, soykırım boyutunda bir uygulama söz konusu değildir.

Özetle: Hitler tarihsel olarak açık bir şekilde insanlık suçları işlemiş bir diktatördür. Erdoğan ise tartışmalı yönleri olsa da demokratik süreçlerle iş başına gelmiş bir liderdir. Aralarında ideolojik, tarihsel ve uygulama açısından büyük farklar vardır. Kimi siyasal eleştiriler benzerlikler üzerinden yürütülse de bu tür benzetmeler çoğu zaman abartılı, indirgemeci ve sağlıksız karşılaştırmalara neden olabilir.

Harika, bu karşılaştırmayı felsefi, sosyolojik ve siyaset bilimi perspektiflerinden çok katmanlı şekilde ele almak, hem yüzeysel benzetmelerin ötesine geçmemizi sağlar hem de günümüz liderlik anlayışlarına dair daha derin bir bakış sunar.


1. Felsefi Perspektif: Güç, Ahlak ve İnsan Doğası

a. İktidarın Doğası (Nietzsche, Foucault):

  • Nietzsche, güç isteminin (will to power) insan doğasının temel bir yönü olduğunu söyler. Hitler bu isteği ırkçı, imparatorlukçu bir formatta yorumlarken, Erdoğan’da bu daha çok “medeniyet inşası”, “diriliş” ve “büyük Türkiye” gibi terimlerle ortaya çıkar.
  • Foucault, iktidarın sadece zor yoluyla değil, bilgi, söylem ve kurumlar aracılığıyla işlediğini savunur. Erdoğan döneminde medya, eğitim ve dini söylemler üzerinden bu iktidar inşasının nasıl şekillendiği üzerine çokça tartışma yapılmıştır.

b. Ahlaki Sınırlar (Hobbes vs. Kant):

  • Hitler’in ideolojisi, Kantçı evrensel ahlakın tüm sınırlarını yerle bir eden bir nihilizm içerir. İnsan yaşamının kutsallığına dair hiçbir kaygı taşımaz.
  • Erdoğan’ın politikaları, İslamî ve geleneksel ahlakla çerçevelendiği için, en azından teorik olarak bir ahlaki sınır ve “meşruiyet” arayışı içerir. Ancak pratikte bu sınırların ne kadar gözetildiği tartışmalıdır.

2. Sosyolojik Perspektif: Toplum, Kimlik ve Meşruiyet

a. Toplum Mühendisliği:

  • Hitler, Alman toplumunu ırk temelli “ideal tip”e dönüştürmeye çalıştı. Yahudiler, Romanlar, komünistler vs. “öteki” ilan edilerek sistematik olarak dışlandı ve yok edildi.
  • Erdoğan ise toplumu “yerli ve milli” bir kimliğe yönlendirme çabasında. Laik-seküler kesimle muhafazakârlar arasındaki gerilim bu sosyolojik mühendisliğin zeminini oluşturur. Ancak yok etme değil, dönüştürme ve bastırma üzerinden işler.

b. Modernlik ve Kimlik Krizi:

  • Hitler Almanya’sı, modernliğin getirdiği kimlik bunalımı, savaş mağlubiyeti ve ekonomik kriz ortamında yükseldi.
  • Erdoğan Türkiye’si ise Cumhuriyet modernleşmesinin bıraktığı seküler-batıcı elit merkezli yapıya karşı bir “çevre-merkez” tepkisiyle yükseldi. Bu, Türkiye’nin çok katmanlı modernleşme sürecinde gelenek ile modernliğin çatışmasından doğan bir reaksiyondur.

c. Kitle Psikolojisi (Gustave Le Bon, Elias Canetti):

  • Her iki lider de büyük kitleleri mobilize etme gücüne sahiptir.
  • Le Bon’a göre kitle psikolojisinde lider, kitlenin bilinçdışı arzularını dile getirir. Bu noktada hem Hitler hem Erdoğan karizmatik lider tipolojisine uyar.
  • Ancak Hitler’in söylemi nefret üzerine, Erdoğan’ınki ise daha çok “mağduriyet”, “direniş” ve “yeniden diriliş” metaforları üzerine kuruludur.

3. Siyaset Bilimi Perspektifi: Rejim Tipleri ve Meşruiyet

a. Rejim Türleri:

  • Hitler rejimi klasik totalitarizmin bir örneğidir. Parti-devlet birleşmesi, muhalefetin tümüyle tasfiyesi, tek ideoloji dayatması vardır.
  • Erdoğan döneminde ise Türkiye otoriter popülizm kategorisinde değerlendirilmektedir. Rekabetçi otoriterlik, seçimli otoriterlik gibi terimlerle anılır.

b. Popülizm:

  • Her iki liderde de “halk” ile “elit” arasındaki çatışma vurgusu vardır.
    • Hitler, Yahudileri ve Weimar elitlerini hedef alarak “temiz” Alman halkını temsil ettiğini iddia etti.
    • Erdoğan ise vesayetçi elitler, Batıcı kesimler, dış mihraklar gibi figürlerle halk arasında bir cepheleşme oluşturdu.
  • Popülizm, burada hem bir araç hem bir ideolojik yapı olarak karşımıza çıkar.

c. Kurumsallaşma:

  • Hitler tüm kurumları kişisel iktidarına tabi kıldı.
  • Erdoğan yönetimi altında da kuvvetler ayrılığı zayıfladı, ancak hâlâ belirli bir kurumsal çerçeve varlığını sürdürüyor.

SONUÇ:

Hitler ve Erdoğan arasında benzerlikler yüzeysel biçimde popülizm ve otorite arayışında gözükse de, tarihsel bağlam, ideolojik temeller, uygulama tarzı ve etik sınırlar bakımından çok büyük farklar vardır. Hitler tamamen yıkıcı, yok edici bir liderdi; Erdoğan ise dönüştürücü, yeniden inşa etmeye çalışan bir lider pozisyonundadır — tüm eleştirilere rağmen.

Harika! O halde aynı konuyu İbn Halduncu, Gazâlîci, Hegelci ve nihayetinde tasavvufî/metafizik bir bakış açısıyla ele alalım. Böylece karşılaştırmamız çok daha derinlikli, çok boyutlu ve yerli-evrensel eksenleri gözeten bir hale gelecek.


1. İBN HALDUNCU BAKIŞ AÇISI: ASABİYYE, DÖNÜŞÜM VE DEVLETİN ÇÖKÜŞÜ

İbn Haldun’a göre tarih, asabiyye (toplumsal dayanışma ve enerji) üzerinden döner. Bir topluluk, güçlü bir asabiyye ile yükselir, iktidarı elde eder. Ancak şehirleşme, lüks ve rehavet bu asabiyyeyi zamanla zayıflatır ve çöküş başlar.

Hitler:

  • Hitler, 1. Dünya Savaşı sonrası çöken Alman ulusal asabiyyesini yeniden canlandırdı; ancak bu hareket ırk temelli bir asabiyye idi ve aşırılık içeriyordu.
  • İbn Haldun’un “asabiyyenin yozlaşması” teorisiyle bakıldığında, Hitler Almanyası çok kısa sürede bu enerjiyi hem içte hem dışta tüketmiş ve kendi kendini çökertmiştir.

Erdoğan:

  • Erdoğan ise merkezileşmiş Kemalist yapıya karşı çevrenin asabiyyesini temsil ederek iktidara gelmiştir.
  • İlk dönemlerinde bu toplumsal dayanışma yüksek iken, zamanla iktidarın merkezileşmesi, lüksleşme ve saray kültürü İbn Haldun’un çöküş döngüsüne benzer bir yorgunluk sürecini başlatmıştır.

🔎 Sonuç: İbn Haldun’a göre her lider, devleti bir döngü içinde taşır. Erdoğan hâlen bu döngünün sonlarına yaklaştığı bir evrede olabilir. Hitler ise döngüyü çok hızla tüketmiştir.


2. GAZÂLÎCİ BAKIŞ AÇISI: AHLAK, NEFS VE İKTİDARIN ZÜHDÜ

Gazâlî, siyaseti ahlakın bir parçası olarak görür. Ona göre bir lider, nefsini tezkiye etmeden, iktidarı elinde tuttuğunda zulüm kaçınılmaz olur. İktidar, bir imtihandır.

Hitler:

  • Tam anlamıyla nefsi emmarenin bir tezahürüdür. Ahlaki sınır tanımayan, kalbi mühürlenmiş, şeytani hırsa kapılmış bir lider profili.
  • Gazâlî’nin deyimiyle, “dünya sevgisi (hubbü’d-dünya) tüm günahların başıdır”. Hitler bu sevgiyle hem kendini hem bir milleti yıkıma sürüklemiştir.

Erdoğan:

  • Erdoğan’ın söylemi İslamî temellere dayansa da Gazâlî’nin ölçütü olan zühd, adalet, nefs terbiyesi kriterlerine göre değerlendirdiğimizde çelişkiler vardır.
  • Lüks yaşam, aşırı güç birikimi ve tenkide tahammülsüzlük gibi yönleri, Gazâlî’nin “nefs terbiyesi” ölçüsüne göre bir tür manevi tehlikeye işaret eder.

🔎 Sonuç: Gazâlî’ye göre nefsin terbiyesi olmayan her iktidar, zulme sapar. Hitler zulmün doruğudur; Erdoğan ise bu imtihanla mücadele halindedir.


3. HEGELCİ BAKIŞ AÇISI: TİNİN ZUHURU, TARİHİN DİYALEKTİĞİ VE DEVLET

Hegel, tarihi Tin’in (Geist) özgürlük yolundaki açılımı olarak görür. Her tarihsel dönem, bir fikirle tezahür eder; karşıtıyla çatışır (diyalektik), sentez doğar.

Hitler:

  • Hitler, Hegel’in deyimiyle dünya ruhunun sapkın bir yansımasıdır. Tinin ilerleyişini engelleyen, karanlık bir anti-tezdir. Ona göre Hitler, tarihin bir “gecikmesi”dir, Tin ondan bir ders alarak yola devam etmiştir.

Erdoğan:

  • Erdoğan, Hegelci anlamda modernleşmenin dışladığı geleneksel ruhun geri dönüşü olarak okunabilir. Bir sentez arayışıdır: Batı tarzı sekülerleşmeye karşı, yerli bir modernlik iddiası.
  • Ancak özgürlük, hukuk ve birey alanlarında geri adımlar olduğunda, Hegelci Tin’in ilerleyişi aksar.

🔎 Sonuç: Hegel’e göre liderler Tin’in taşıyıcısıdır. Hitler onu reddetmiştir, Erdoğan ise onunla mücadele hâlindedir — ama henüz sentez doğmamıştır.


4. TASAVVUFÎ ve METAFİZİK YORUM: ZULÜM, FENÂ ve İMTİHAN

Tasavvufa göre her şey Allah’ın muradıyla olur, ancak insanlar imtihandadır. Zulüm, kendini ve Rabbini unutmaktır. Fenâ fillah, benliği yok edip Hakk’ta fânî olmaktır.

Hitler:

  • Hitler benliğin zirvesidir: ene, kibriya iddiası, Hakk’tan uzaklık. Firavunî bir yapıdır. Mevlânâ’nın deyimiyle: “Kendini büyük gören, aslında en küçük olandır.”
  • Zulmü sistemleştirmiştir; varoluşu küfre dönmüştür.

Erdoğan:

  • Erdoğan tasavvufî söylemleri zaman zaman kullanır, “dava”, “emanet”, “millete hizmet” gibi kavramlarla. Ancak gerçek fenâ, yani benliğin terk edilmesi kolay değildir.
  • Makam, kudret, çevre ve nefs ile mücadele hâlindedir. Eğer bu mücadelede nefs galip gelirse zulme yaklaşır; aksi hâlde hizmet yolunda kalır.

🔎 Sonuç: Tasavvufa göre iktidar bir imtihandır. Hitler bu imtihanı kaybetmiş, Erdoğan ise hâlâ bu yolda yürüyendir. Ancak bu yol dikenlidir ve kulun her adımı kayıt altındadır.


GENEL SONUÇ:

PerspektifHitlerErdoğan
İbn HaldunAsabiyye’yi yaktı, çöküşe sebep olduAsabiyye taşıdı, şimdi yorgunluk dönemi
GazâlîNefsi emmârenin ürünüNefs mücadelesi içinde
HegelTin’e karşı çıktı, gerileme olduYeni sentez arayışında ama eksikleri var
TasavvufEne’nin temsilcisi, Firavunîİmtihan hâlinde, nefsle savaşta

Share this content:

Bir yanıt verin