O mescitlerden menedilen ve Allah’a cidden ibadet etmek isteyenler asla ye’se kapılmamalı ve ümitsizliğe düşmemelidirler. O mescitlerde ibadet etmekten engellendik diye Allah’dan ve Allah’a ibadetten vazgeçmemelidirler. Çünkü sadece o mescitler değil, doğusu ve batısı ile bütün yeryüzü, bütün yönleri ve istikametleriyle bütün yer küresi Allah’ındır. Şu halde her nereye dönerseniz dönünüz orada Allah’a çıkan bir yön, bir cihet vardır. Allah’ın bir mekanı yoktur. O, aslında yönden de, cihetten de münezzehtir, fakat bütün yönler, bütün cihetler O’nundur. Namaz kılmak için, mutlaka bir mescitte bulunmak zaruri değildir. Açık olan şu ki, yeryüzünün her tarafında, hatta zaruret halinde her yana, her cihete namaz kılınabilir ve Allah’ın rızasına erilebilir, Allah hem vâsî’dir, hem de alîmdir. Vâsî’dir, rahmet ve kudreti geniş ve her şeyi kuşatmıştır, kullarına da geniş görüşlü, hoşgörülü ve müsaade edicidir. Sınırlanamaz ve sıkıştırmayı sevmez. Burada “İş sıkışınca genişler” fıkıh kaidesine bir işaret de vardır. Allah âlîmdir, her şeyi bilir, tamamiyle ve hakkiyle bilir. Kendisine yapılan ibadet ve duadan haberdar olur. Nerede yapılırsa yapılsın, ona âgâh olur. Peygamberlere bir kıble emretmesi darlıktan veya bilgisizlikten değil, kullarını korumak ve onları birlik ve beraberlik demek olan tevhid sırrıyla terbiye etmek içindir. Allah vâsî’ ve alîm olduğu için daha önce emrettiği bir kıbleyi değiştirerek, ona benzer ve hatta ondan daha hayırlı bir başka kıbleye tahvil edebilir. Görülüyor ki, bu âyette ibadet için, özellikle namaz kılmak için büyük bir genişlik öngörülmüş ve kıblenin değişmesi işine de güzel bir mukaddime (başlangıç) yapılmış, âdeta kıblenin değişmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Önceki ümmetler kendi mescit ve mabetlerinden başka bir yerde namaz kılamazlarken, müslüman ümmetine yeryüzünün her yanı mescit ve namazgâh yapılmıştır. Yahudilere de yasaklandıkları Beytü’l-Makdis’den daha eski olan Kâ’be’ye yönelmeleri için hissiyatlarını okşayacak şekilde güzel bir öğüt verilmiştir.
Ey müminler! Allah Teâlâ, böyle geniş ve böyle bilgili iken, cenneti kendi tekellerine almaya kalkan o yahudi ve hıristiyanların müşriklere ne kadar benzediklerini gördünüz. Bunların müşriklere katıldıkları noktalar bu kadar da değildir
Bu metin, Bakara Suresi 115. ayeti üzerine yapılan bir tefsirdir. Ana mesaj şudur: İbadet mekâna bağlı değildir, yeryüzünün tamamı Allah’ındır. Allah mekândan ve yönden münezzehtir. Bu ayette ibadetin mekânla sınırlandırılamayacağı, yeryüzünün her yerinde Allah’a ibadet edilebileceği ifade edilir. Dolayısıyla bir mescitten men edilmek ibadet imkânının sona erdiği anlamına gelmez. İbadet, esasen niyet ve yönelişe bağlıdır.
Allah’ın kullarına belli bir kıble tayin etmesi, bilgisizlik veya sınırlılık nedeniyle değildir. Bu, kullarını eğitmek, onları birlik ve beraberlik içinde tutmak, tevhid sırlarını öğretmek için yapılan bir terbiye yöntemidir. Kıblenin değişmesi de bu terbiye sürecinin bir parçasıdır. Müslümanların Beytü’l-Makdis’ten Kâbe’ye yönelmesi, onların bağımsız bir ümmet olduklarını ve Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket ettiklerini göstermektedir.
İslam, önceki şeriatlara göre daha geniş ve esnek bir ibadet anlayışı getirmiştir. Önceki ümmetlerde ibadet sadece belirli kutsal mekânlarda yapılabiliyorken, Müslümanlara yeryüzünün tamamı mescit ve namazgâh kılınmıştır. Bu da İslam’ın evrenselliğini ve hayatın her anına yayılan bir ibadet anlayışını yansıtır.
Yahudi ve Hristiyanların cenneti sadece kendilerine mahsus saymaları, onların dar bir bakış açısına sahip olduklarını gösterir. Allah’ın rahmetini sınırlandırmak müşriklerin düştüğü büyük bir hatadır. Oysa İslam, Allah’ın rahmetinin genişliğini esas alır ve hiçbir kavmi, topluluğu tek başına kurtuluşun garantisi olarak görmez. Kurtuluş, imanda ve salih ameldedir.
Metinde ayrıca İslam fıkhındaki “İş sıkışınca genişler” kaidesine de ince bir atıf vardır. Normal şartlarda belirli kurallara bağlı olan ibadet, zaruret halinde genişler ve kolaylaştırılır. Bu da İslam’ın insan hayatındaki gerçeklikleri dikkate alan bir hukuk sistemi kurduğunu gösterir.
Sonuç olarak bu ayet ve tefsiri bize iki önemli esas öğretir. Birincisi Allah’ı mekân ve cihetle sınırlamamak, her yerde ve her durumda O’na yönelmenin mümkün olduğunu bilmektir. İkincisi ise Allah’ın rahmetinin genişliğini idrak etmek, dini anlayışta dar bir çerçeveye sıkışmadan geniş düşünmektir. İslam böylece hem tevhide bağlı kalmış, hem de hayatın değişken şartlarına uygun esnek bir dinamizm geliştirmiştir.