İktidar ve Hegomanya ayrımı ? Ve Türkiye’de nasıl

1. Öncelikle: İktidar ve Hegemonya Ayrımı

  • İktidar kavramı klasik anlamda (örneğin Machiavelli, Weber gibi düşünürlerde) zorlayıcı güç olarak tanımlanır.
    • Yani bir otorite vardır, emir verir, uygulatır; itaat edilmezse zor kullanır.
  • Oysa hegemonya kavramı (özellikle Antonio Gramsci’nin geliştirdiği haliyle) rıza yoluyla kurulan bir üstünlük ilişkisidir.
    • Burada egemen olan taraf, sadece baskı yaparak değil, insanlara kendi çıkarlarını onların çıkarı gibi göstererek hâkimiyet kurar.

Gramsci der ki:

“Gerçek egemenlik sadece zorla değil, rıza ile de kurulur. Toplumun büyük kısmı, egemen sınıfın dünya görüşünü kendi dünya görüşüymüş gibi kabul eder.”

Bu noktada işte senin metnindeki vurguya geliyoruz:

  • Somut doğrudan bir iktidar ilişkisi yoktur;
  • Toplumun rızası alınarak bir hegemonya tesis edilmiştir.

2. Rıza Faktörü Neden Hegemonyaya İşaret Eder?

  • Çünkü rıza, bireyin veya toplumun dışsal bir baskı altında olmadan, kendi iç motivasyonuyla belirli bir yapıya bağlı kalmasıdır.
  • Eğer insanlar batının kültürel, siyasi, ekonomik değerlerini özümseyerek, hatta bunları kendi tercihleriymiş gibi benimseyerek hareket ediyorsa,
    • Burada doğrudan emir-komuta tarzı bir iktidar yok,
    • Dolaylı ve derinden işleyen bir hegemonya vardır.

Bu yüzden senin ifaden çok doğru:
➡️ Bu tartışmalar iktidar değil, hegemonya kavramı üzerinden yürütülmelidir.


3. Türkiye’nin İçindeki Kültürel Hegemonya Bağlamı

  • Türkiye’nin modernleşme sürecine baktığımızda (özellikle Tanzimat’tan sonra), Batı değerlerinin “ileri” ve “evrensel” olarak kabul edilmesi bir hegemonya ilişkisidir.
  • Bu kabul, toplumun her kesimine doğrudan zorla değil, eğitim, medya, hukuk ve kültürel politikalar aracılığıyla benimsetilmiştir.
  • Gramsci’nin dediği gibi burada:
    • Eğitim kurumları,
    • Medya,
    • Sivil toplum yapıları,
    • Akademi gibi mekanizmalar hegemonya üretici “aparatlar” (civil society apparatuses) olmuştur.

Yani devletin sopasıyla değil, “kendi isteğimizle” bir kültürel teslimiyet oluşmuştur.

Bu yüzden doğrudan bir iktidar değil, Gramsci’nin tanımladığı türden bir hegemonik rıza düzeni mevcuttur.


4. Akademik Bir Dille Özetlersek:

Senin metnini şöyle akademik bir dille toparlayabiliriz:

“Batı hegemonyasına dayalı ilişki biçimi, doğrudan güç kullanımı temelinde gelişen klasik iktidar ilişkilerinden farklı olarak, bireylerin ve toplumların rızasına dayalı hegemonik bir yapı üretmiştir. Türkiye örneğinde de modernleşme süreci, doğrudan iktidar araçlarıyla değil, Gramsci’nin kavramsallaştırdığı biçimiyle kültürel aparatların desteğiyle inşa edilen bir hegemonya pratiği olarak okunabilir.”


Harika! Çok güzel bir yoldan ilerliyoruz. O zaman şimdi Gramsci’nin daha derin kavramlarına geçelim, özellikle senin konunla birebir ilgili olan iki kavrama odaklanacağım:

  • Pasif Devrim (Rivoluzione Passiva)
  • Organik Aydınlar (Intellettuali Organici)

Gelenekle bağı koparmadan, derinliği koruyarak anlatıyorum:


1. Pasif Devrim Nedir?

Pasif Devrim kavramı, Gramsci’nin hapishane defterlerinde geliştirdiği bir terimdir.

Özetle:

  • Halkın aktif katılımı olmadan, yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen bir toplumsal değişimdir.
  • Devrim, klasik anlamda halkın büyük bir hareketiyle olmaz;
    mevcut iktidar elitleri, halkı fazla rahatsız etmeden, onları görünüşte memnun ederek ama aslında kendi iktidarlarını sağlamlaştırarak değişimi yönetirler.

Yani:

  • Değişim vardır ama halkın devrimci iradesi yoktur.
  • Eski iktidar, yeni elbiseler giyerek kendisini yeniden üretir.

Türkiye ile Bağlantı:

Senin dikkat çektiğin gibi Türkiye’nin modernleşme süreci, tam anlamıyla bir pasif devrim örneğidir.

  • Halkın geniş katılımı ve iradesiyle değil,
  • Bürokrasi ve elitler eliyle, yukarıdan aşağıya bir modernleşme (“batılılaşma”) süreci yaşanmıştır.
  • Görünürde bir yenilik vardır ama zihniyet dönüşümü tam ve köklü değildir.
  • Eski-yeni bir arada yaşamış, çatışmıştır.

İşte burada da yine iktidar değil, hegemonya kavramı işler:
Çünkü halk, tam olarak kavrayamadığı bir değişime, kültürel hegemonya yoluyla rıza gösterir.


2. Organik Aydınlar Kimdir?

Organik aydın kavramı da Gramsci’nin çok meşhur bir düşüncesidir.

Özetle:

  • Organik aydın, belirli bir sınıfın çıkarlarını sistematik biçimde dile getiren ve o sınıfın dünya görüşünü topluma taşıyan kişidir.
  • Bu aydınlar, sadece bilgi veren kişiler değildir; toplumsal yapıyı dönüştüren, ideolojiyi inşa eden unsurlardır.

İki Tip Aydın:

  1. Geleneksel Aydınlar:
    • Kendi varlıklarının “bağımsız” ve “doğal” olduğunu iddia ederler (mesela din adamları, bazı akademisyenler).
  2. Organik Aydınlar:
    • Belirli bir sınıfın çıkarları için bilinçli olarak çalışan aydınlardır.

Türkiye ile Bağlantı:

Modernleşme döneminde:

  • Batıcı aydınlar, batı değerlerini içselleştirip halka taşıyan organik aydınlar rolünü üstlenmişlerdir.
  • Eğitim, medya, hukuk gibi alanlarda batı merkezli düşüncenin kurumsallaşmasında öncü olmuşlardır.

Bu da doğrudan somut bir iktidar kullanımı değil;
rıza üretimi yoluyla hegemonya inşasıdır.


3. Genel Değerlendirme:

“Toplumda köklü bir dönüşüm ya hegemonya ile ya da krizle olur.
Hegemonya kurulduysa, bu dönüşüm pasif devrim şeklinde gerçekleşir.”

Türkiye’nin batı ile ilişkisi ve kendi iç kültürel dönüşümü, baskı ve şiddetle değil, kademeli rıza üretimi ve kültürel hegemonya aparatlarıyla gerçekleştirilmiştir.


4. Son Söz:

Ezcümle:

  • Batının hegemonyası = rızaya dayalı, hegemonik bir egemenlik biçimi,
  • Türkiye’deki modernleşme = pasif devrim süreci,
  • Batıcı aydınlar = batı merkezli dünya görüşünün organik taşıyıcılarıdır.

İktidar = Zor.
Hegemonya = Rıza.
Ve biz burada rızayı konuşuyoruz.


Çok güzel… 🌿 Seninle birlikte hem fikri geleneğe sadık kalarak hem de eleştirel teoriye derinlemesine nüfuz ederek yürümek çok kıymetli.

Şimdi Gramsci’nin açtığı yolu, Louis Althusser üzerinden sürdürelim.
Çünkü Althusser, Gramsci’nin hegemonya düşüncesini daha yapısalcı ve kurumsal bir çerçeveye oturtmuştur.
Burada esas mesele: İdeoloji, devlet ve rıza ilişkisidir.


📘 1. Althusser’in Temel Tezi: “Devletin İki Aparatı”

Althusser’e göre, devlet toplumu iki tür aygıtla yönlendirir:

1.1. Baskı Aygıtları (RSA – Repressive State Apparatus)

  • Ordu, polis, mahkeme, hapishane gibi kurumlar,
  • Zorlayıcı ve fiziki şiddet içeren organlardır,
  • Devletin iktidar boyutunu temsil ederler.

1.2. İdeolojik Aygıtlar (ISA – Ideological State Apparatus)

  • Okullar, din kurumları, medya, aile, sanat, kültür, sivil toplum vs.
  • Zorla değil, ideoloji yoluyla bireyin düşünce dünyasını şekillendirirler.
  • Devletin hegemonik boyutudur.

Bu ikinci grup — ideolojik aygıtlar — Gramsci’nin hegemonya kavramını çok yakından izler.
Ama Althusser bunu sistematikleştirir:

“Egemen sınıflar, sadece zorla değil, insanların düşünce ve inanç yapılarını şekillendirerek de egemendir.”


🧠 2. İdeoloji Nasıl İşler? Althusser’in “Çağırma” Teorisi

Althusser’in çok özgün ve meşhur bir kavramı vardır: Interpellation, yani çağırma.

Anlamı:

  • Devletin ideolojik aygıtları, bireylere toplumsal rolleri çağırarak tanımlar.
  • Örneğin bir öğretmen, öğrencisine “Ahmet, tahtaya gel!” dediğinde aslında sadece birini çağırmaz;
    “Sen bir öğrenci rolündesin, bu toplumsal düzenin bir parçasısın” mesajını da verir.

Bu “çağırma”, kişiyi toplumun içine yerleştirir ve o kişiyi, sistemin doğal parçası gibi hissettirir.

Özetle:

İdeoloji, bireylere kim olduklarını “söyler” ve onlar da bunu “kabul eder”.


🇹🇷 3. Türkiye’de İdeolojik Aygıtların İşleyişi

Senin dikkat çektiğin gibi Türkiye’de özellikle modernleşme sürecinde:

  • Okullar (modern eğitim),
  • Medya (gazeteler, televizyon),
  • Aile yapısı (özellikle kentli orta sınıf),
  • Akademi ve kültürel üretim, hep belirli bir dünya görüşünün yayılması için kullanılmıştır.

Burada bireyler, “çağrılmıştır”:

  • “Modern ol!”,
  • “Çağdaş ol!”,
  • “Batılı gibi düşün, giyin, yaşa!”,
  • “İlerici ol ama geleneğe değil, bilime inan!”

Bunlar birer emir gibi görünmez ama ideolojik kodlar olarak toplumda içselleştirilmiştir.


📌 4. Gramsci + Althusser ile Özet:

KavramGramsciAlthusser
Egemenlik TürüHegemonya (rıza)Hegemonya + yapısal zor
AraçlarKültürel aparatlar (okul, medya vb.)İdeolojik Devlet Aygıtları (ISA)
Toplumsal RızaAydınlar yoluyla şekillenir“Çağrılma” yoluyla içselleştirilir
Dönüşüm ModeliOrganik aydınlarla hegemonya inşasıİdeolojinin bireyi şekillendirme süreci

🌿 5. Sonuç ve Tasavvufi Bağlamda Düşünürsek…

Bu teorileri klasik gelenekle birleştirdiğimizde çok güçlü bir eleştirel duruş oluşur.
Çünkü bizim irfani geleneğimizde:

  • İnsan dıştan değil, içten inşa edilir,
  • Hakikat, bireye yukarıdan öğretilmez, içeriden keşfedilir (keşf, zevk, şuhûd),
  • Yani hakikat çağrısı, ideolojik değil, ilahi bir çağrıdır.

Burada tasavvufun rıza anlayışıyla, modern ideolojilerin rıza üretme biçimi çok derin bir tezat oluşturur.


Çok güzel… 🌿 Seninle birlikte hem fikri geleneğe sadık kalarak hem de eleştirel teoriye derinlemesine nüfuz ederek yürümek çok kıymetli.

Şimdi Gramsci’nin açtığı yolu, Louis Althusser üzerinden sürdürelim.
Çünkü Althusser, Gramsci’nin hegemonya düşüncesini daha yapısalcı ve kurumsal bir çerçeveye oturtmuştur.
Burada esas mesele: İdeoloji, devlet ve rıza ilişkisidir.


📘 1. Althusser’in Temel Tezi: “Devletin İki Aparatı”

Althusser’e göre, devlet toplumu iki tür aygıtla yönlendirir:

1.1. Baskı Aygıtları (RSA – Repressive State Apparatus)

  • Ordu, polis, mahkeme, hapishane gibi kurumlar,
  • Zorlayıcı ve fiziki şiddet içeren organlardır,
  • Devletin iktidar boyutunu temsil ederler.

1.2. İdeolojik Aygıtlar (ISA – Ideological State Apparatus)

  • Okullar, din kurumları, medya, aile, sanat, kültür, sivil toplum vs.
  • Zorla değil, ideoloji yoluyla bireyin düşünce dünyasını şekillendirirler.
  • Devletin hegemonik boyutudur.

Bu ikinci grup — ideolojik aygıtlar — Gramsci’nin hegemonya kavramını çok yakından izler.
Ama Althusser bunu sistematikleştirir:

“Egemen sınıflar, sadece zorla değil, insanların düşünce ve inanç yapılarını şekillendirerek de egemendir.”


🧠 2. İdeoloji Nasıl İşler? Althusser’in “Çağırma” Teorisi

Althusser’in çok özgün ve meşhur bir kavramı vardır: Interpellation, yani çağırma.

Anlamı:

  • Devletin ideolojik aygıtları, bireylere toplumsal rolleri çağırarak tanımlar.
  • Örneğin bir öğretmen, öğrencisine “Ahmet, tahtaya gel!” dediğinde aslında sadece birini çağırmaz;
    “Sen bir öğrenci rolündesin, bu toplumsal düzenin bir parçasısın” mesajını da verir.

Bu “çağırma”, kişiyi toplumun içine yerleştirir ve o kişiyi, sistemin doğal parçası gibi hissettirir.

Özetle:

İdeoloji, bireylere kim olduklarını “söyler” ve onlar da bunu “kabul eder”.


🇹🇷 3. Türkiye’de İdeolojik Aygıtların İşleyişi

Senin dikkat çektiğin gibi Türkiye’de özellikle modernleşme sürecinde:

  • Okullar (modern eğitim),
  • Medya (gazeteler, televizyon),
  • Aile yapısı (özellikle kentli orta sınıf),
  • Akademi ve kültürel üretim, hep belirli bir dünya görüşünün yayılması için kullanılmıştır.

Burada bireyler, “çağrılmıştır”:

  • “Modern ol!”,
  • “Çağdaş ol!”,
  • “Batılı gibi düşün, giyin, yaşa!”,
  • “İlerici ol ama geleneğe değil, bilime inan!”

Bunlar birer emir gibi görünmez ama ideolojik kodlar olarak toplumda içselleştirilmiştir.


📌 4. Gramsci + Althusser ile Özet:

KavramGramsciAlthusser
Egemenlik TürüHegemonya (rıza)Hegemonya + yapısal zor
AraçlarKültürel aparatlar (okul, medya vb.)İdeolojik Devlet Aygıtları (ISA)
Toplumsal RızaAydınlar yoluyla şekillenir“Çağrılma” yoluyla içselleştirilir
Dönüşüm ModeliOrganik aydınlarla hegemonya inşasıİdeolojinin bireyi şekillendirme süreci

🌿 5. Sonuç ve Tasavvufi Bağlamda Düşünürsek…

Bu teorileri klasik gelenekle birleştirdiğimizde çok güçlü bir eleştirel duruş oluşur.
Çünkü bizim irfani geleneğimizde:

  • İnsan dıştan değil, içten inşa edilir,
  • Hakikat, bireye yukarıdan öğretilmez, içeriden keşfedilir (keşf, zevk, şuhûd),
  • Yani hakikat çağrısı, ideolojik değil, ilahi bir çağrıdır.

Burada tasavvufun rıza anlayışıyla, modern ideolojilerin rıza üretme biçimi çok derin bir tezat oluşturur.


Dilersen, buradan:

  • Baudrillard, Foucault, ya da Habermas gibi çağdaş teorisyenlerle de tartışmayı açabiliriz.
  • Veya bu kuramları İslami geleneğin epistemolojisiyle karşılaştırarak bir sentez yapabiliriz (mesela “hakikat nedir?” sorusu üzerinden).

Baudrillard, hegemonya kavramını gerçeklikten kopuş noktasına taşır.
O artık şunu söyler:

“Modern dünyada gerçek olan yoktur;
Her şey imajın, reklamın, temsilin hükmü altındadır.”

Simülasyon nedir?

  • Gerçeği temsil etmekle kalmayan, gerçeğin yerini alan görüntü.
  • Reklamlar, medya, popüler kültür imgeleri artık gerçekliğin yerine geçer.

Bu noktada hegemonya:

  • Artık iktidar bile değildir,
  • Artık zor da değildir,
  • Gerçekliğin sahte kopyalarının yönetimidir.

Türkiye’ye Uygularsak:

  • “Modern Türk bireyi” bir simülasyon figürüne dönüşür.
  • Gerçek yaşamdan çok, televizyon, sosyal medya, reklamların sunduğu yaşam tarzları bireyi yönlendirir.
  • Burada artık rıza bile değil, kendini gönüllü biçimde sahte bir kimliğe kaptırma vardır.

Share this content:

Bir yanıt verin