وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُۚ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًاۚ وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌۚ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
1. Akademik Tefsir Diliyle Açıklaması:
a) “Ve beşşirillezîne âmenû ve amelûs sâlihât”
İman eden ve salih ameller işleyenleri müjdele.
Burada “iman” ve “salih amel” kavramları birlikte zikredilmiştir.
İman, kalbin tasdiki; salih amel ise bu tasdikin fiile dönüşmesi, ahlaki ve hukuki sorumlulukların yerine getirilmesidir.
Yani sadece inanç yetmez; inancın davranışa yansıması istenir.
Tefsir âlimleri burada özellikle “amelsiz imanın kâmil olmayacağı” vurgusunu yaparlar.
b) “Enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr”
Onlar için, altından ırmaklar akan cennetler vardır.
Cennât kelimesi çoğul kullanılmıştır, tek bir cennet değil, çeşit çeşit nimetler, güzellikler.
“Tecrî min tahtihel enhâr” ifadesi ise Arap dilinde sürekli bir refah, zenginlik ve hayat kaynağını simgeler.
Öyle bir hayat ki; su gibi akıp duruyor, kesilmiyor, tükenmiyor.
Burada cennet nimetlerinin sürekliliği ve sonsuzluğu vurgulanır.
c) “Kullema ruzikû minhâ min semeretin rizkan”
Cennetten bir meyve rızkı ile rızıklandırıldıklarında…
Burada cennet nimetleri “rızık” olarak ifade edilir, çünkü rızık Allah’ın mutlak ihsanıdır, kulun emeğine bağlı değildir.
Bu da cennet nimetlerinin tam bir lütuf ve bağış olduğu anlamına gelir.
d) “Qâlû hâzellezî ruzıqnâ min qabl”
Onlar, “Bu, daha önce de rızıklandırıldığımız şeydir.” derler.
Bu ifade iki şekilde tefsir edilmiştir:
- Ya nimetler zahiren birbirine benzeyecek, ama tatları ve lezzetleri farklı olacak,
- Ya da nimetlerin sürekliliği, tazeliği değişmeyecek, her defasında yeni bir ikram gibi gelecek.
Bu, cennet nimetlerinin hem tanıdık hem de sürprizlerle dolu olduğunu ifade eder.
e) “Ve ûtû bihî muteşâbihen”
Ve onlara (rızıklar) birbirine benzer şekilde verilir.
“Muteşâbih” kelimesi, hem görünüşteki benzerliği hem de lezzetteki çeşitliliği ima eder.
Ayrıca bu ifade, cennetin nimetlerinin bitmez tükenmez bir yenilik içinde olduğunu da haber verir.
f) “Ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun”
Onlar için orada tertemiz eşler vardır.
Burada “mutahhara” yani her türlü noksanlıktan, çirkinlikten, eksiklikten arındırılmış eşlerden bahsedilir.
Bunu hem bedeni (hastalıktan, ayıptan) hem de ahlaki (kötü huydan, kin ve nefretten) temizlik olarak anlamışlardır.
g) “Ve hum fîhâ hâlidûn”
Ve onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.
Bu ifade cennetin nimetlerinin fânilikten, tükenmeden, zamanın yıpratıcılığından uzak olduğunu belirtir.
Klasik tefsirlerde bu, insanın en temel korkusu olan ölüm ve ayrılık korkusunun cennette bulunmayacağı müjdesi olarak yorumlanır.
2. Tasavvufi Bir Bakış Açısıyla Açıklaması:
Tasavvufî şerhler, bu ayeti zahirî (görünür) nimetler ile batinî (manevî) halleri birlikte yorumlarlar.
- İman: Kalpte Allah’tan başka her şeyi yok etmek (fenâ) ve yalnızca O’na yönelmek demektir.
- Salih amel: Niyetinde ve fiilinde yalnız Allah’ı murat etmek, kendine bir pay çıkarmamaktır.
- Cennetler ve akan ırmaklar:
Asıl cennet, kulun kalbinde Allah’ın tecelli etmesidir.
Irmaklar, kalpte akan marifet, muhabbet ve hikmet nehirleridir.
- Rızık ve meyveler:
Buradaki meyveler, kulun mana dünyasında tattığı ledünnî ilimler, halvet sırları ve kalbin lezzetleridir.
Her aldığında hem tanıdık bir feyz duyar, hem de her defasında yeni bir tecelli yaşar.
“Bu, daha önce tattığımız gibidir” der ama her birinde Allah’ın farklı bir sıfatının cilvesi vardır.
- Muteşabih nimetler:
Görünüşte birbirine benzeyen, fakat hakikatte her defasında daha derin bir keşif yaşatan manevi hallerdir.
Zikir de böyledir mesela: Dil aynı kelimeleri tekrar eder ama her tekrarda kalbe farklı bir nur iner.
- Tertemiz eşler:
Hakiki manada eş, kalbin sıfatlarıdır. Kalp, kötü sıfatlardan (kibir, riya, hırs) temizlendiğinde, Allah ona muhabbet, ihlâs, sabır, tevekkül gibi pak nitelikler verir.
Bazı tasavvufî yorumlarda “eşler”, kulun ruhunun Allah’la manevi evliliği (ünsiyet) olarak da değerlendirilir.
- Ebedilik:
Hakiki salik için ebedi hayat, Allah ile sürekli bir vuslat halidir.
Öyle bir hal ki, zaman ve mekân kayıtları yok olur.
Fânâ fi’llah gerçekleşir, sonra bekâ billâh ile Allah ile daimî bir varoluş hali başlar.
Sonuç:
Bu ayet, hem zahiri hem batıni anlamlarıyla insana muazzam bir ümit ve hedef verir:
- Dünya hayatı bir sınav, amel hayatı bir yatırım,
- Ahiret hayatı ise ilahi lütufların tecellisidir.
İnsanın kalbini Allah’a tam teslim etmesi ve O’nun rızasına uygun bir hayat yaşaması, hem dünya cennetini hem de ahiret cennetini kazanmasına vesile olur.
Harika, birlikte daha da derinleşelim… 🌿
Şimdi bu ayeti, özellikle büyük mutasavvıfların bakışlarıyla inceleyelim:
Sözlerimizi biraz daha ince, ruhu okşayan bir dille açalım:
3. Büyük Mutasavvıfların Yorumu ile Ayetin Tasavvufi Açılımı:
İmam Gazâlî (رحمه الله) Yorumu:
İhya-u Ulûmiddin ve diğer eserlerinde Gazâlî, cennet tariflerini iki katmanda işler:
- Birincisi: Halkın cenneti, zahiri nimetlerin (ırmaklar, meyveler, huriler) cennetidir.
- İkincisi: Havâssın (seçkin kulların) cenneti, Allah’ı müşahede etmenin (görmenin) cennetidir.
Gazâlî der ki:
“Hakiki saadet, ruhun Cemâlullah’ı (Allah’ın güzelliğini) müşahade etmesidir.
Altından akan ırmaklar, kalpten kalbe akan marifet selleridir.
Meyveler, kalpte doğan yeni ve taze hakikat idrakleridir.”
Yani Gazâlî’ye göre bu ayette anlatılan nimetler, sadece gözle görülen, elle tutulan nimetler değil; kalbin duyduğu, ruhun tattığı, sırların anladığı nimetlerdir.
Muhyiddin İbn Arabî (قدس سره) Yorumu:
İbn Arabî, özellikle Fütûhât-ı Mekkiyye‘de, cennet ayetlerini hakikatler âlemi üzerinden yorumlar.
Şöyle der:
“Cennet, kulun Allah ile tam bir uyum ve seyr u sülûk sonucunda ulaştığı varlık makamıdır.
Altından akan ırmaklar, Zât’ın feyzinin kalpte sürekli akışıdır.
‘Benzer nimetler’ ifadesi, her an Allah’ın yeni bir tecelliyle kullarına görünmesinin işaretidir.
Zira Allah, ‘Her an bir iştedir.’ (Rahman, 29).”
İbn Arabî burada muteşâbih nimetleri, Allah’ın isim ve sıfat tecellilerinin kalpteki yansımaları olarak açıklar:
Her defasında tanıdık bir lezzet, ama her defasında yepyeni bir hakikat.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (رحمه الله) Yorumu:
Mevlânâ bu ayeti Mesnevi‘sinin bazı beyitlerinde dolaylı olarak işler.
Onun yaklaşımı daha da aşk doludur:
Şöyle der Mevlânâ:
“İçinde akarsular çağlayan o cennet,
Aşkın ve tevhidin çağlayanıdır.
Her meyve, her rızık,
Allah’ın lütfundan bir yeni haber getirir sana.
Her sevgili sureti birbirine benzer,
Ama her görüşte başka bir nur var.”
Yani Mevlânâ’ya göre:
- Cennet nimetleri, aşkın değişen renkleridir.
- Salik, her an Allah’ın yeni bir yüzüyle karşılaşır.
- Cennet, aşktan aşka, güzellikten güzelliğe akan bir sonsuz yenilenme halidir.
Kuşeyrî ve İşârî Tefsir Geleneği:
Kuşeyrî gibi tasavvuf büyükleri, ayetleri işârî (batıni) anlamda şöyle tefsir ederler:
- İman: Marifetullah’a ulaşan bir kalp nurudur.
- Salih amel: Kalbin ve bedenin edebe tam teslimiyetidir.
- Cennetler: Kalbin makam makam yücelmesidir.
- Irmaklar: Sürekli akan ilhamlar ve ilahi tecellilerdir.
- Meyveler: Her zikirde, her duada ruhun aldığı ilahi feyizlerdir.
- Tertemiz eşler: Kalbin nefsî arzulardan temizlenip, Rabbanî sıfatlarla süslenmesidir.
- Ebedîlik: Fânâ fi’llah ve bekâ billâh hakikatine ulaşmak; yani Allah ile ebedîleşmek.
4. Tasavvufun İnce Bir İfadesi:
Son olarak, ehl-i tasavvuf bu ayeti şöyle özetler:
“Cennet, sadece gözün gördüğü, dilin tarif ettiği bir mekan değil;
Cennet, Allah ile yakınlıkta, vuslatta, cemâlde eriyen bir haldir.
Öyle ki, cennet ehli için artık nimet değil, Nimeti Veren kıymetlidir.”
🌸 İsterseniz, bu ayetin içinde geçen “Muteşâbih” kavramı üzerinden, biraz daha derin bir tasavvufi sohbet yapabiliriz:
Örneğin: Allah’ın tecellilerinin sürekli değişmesi (Tecellî-i Cedîd) gibi çok incelikli konulara da girebiliriz.
İster misiniz, bir adım daha derinlere inelim mi?
(Dilerseniz Mesnevî veya Fusûsü’l-Hikem’den de örnekler verelim .)
Maşallah! 🌟
Sizin bu derinlik isteğiniz gönlüme sevinç verdi. Öyleyse, Bismillah diyelim ve daha ince yolların taşlarına basarak yürümeye başlayalım. 🌿
Şimdi, az önce bahsettiğimiz “Muteşâbih” kavramı ve Allah’ın sürekli tecelli etmesi (Tecellî-i Cedîd) üzerinde tasavvufi bir seyahate çıkalım:
5. “Muteşâbih” ve “Tecellî-i Cedîd” Üzerine Tasavvufî Derinlik:
a) Muteşâbih Nedir? (Tasavvufi Anlamda)
Kur’an’da “muteşâbih” kelimesi birkaç bağlamda geçer:
- Birbiriyle benzeşen,
- Görünüşte aynı gibi duran,
- Fakat hakikatte farklı sırlar taşıyan şeylere muteşâbih denir.
Tasavvufî anlayışa göre:
Cennet nimetleri zahiren birbirine benzer; fakat her an kalbe farklı bir marifet, farklı bir aşk nuru, farklı bir cemal tecellisi getirir.
Özetle, muteşâbihlik:
- Dışta tanıdık görünse de,
- İçte her defasında yepyeni bir sır taşır.
Bu, Allah’ın tecellilerinin sonsuz ve sınırsız olmasını anlatır.
b) Tecellî-i Cedîd (Sürekli Yenilenen Tecelli)
Tasavvufta “Tecellî-i Cedîd” kavramı çok önemlidir.
🔸 Allah Teâlâ’nın tecellisi, an be an yenilenir.
🔸 Hiçbir an bir diğer ana eşit değildir.
🔸 Allah’ın Cemal ve Celal sıfatlarının sürekli taze zuhurları vardır.
Buna delil olan ayet:
“Küllü yevmin hüve fî şe’n.“
(Rahman Suresi, 29)
“O, her an yeni bir iştedir.”
İbn Arabî bu konuda der ki:
“Varlık âlemi her an yok olup yeniden var olur.
Çünkü Allah’ın Tecellîsi anlık ve daimidir.
Bu yüzden, cennette bile kullar her an yeni bir cemâl, yeni bir güzellik göreceklerdir.”
c) Cennette Sürekli Yenilenen Lütuflar
Cennet nimetleri de bu tecellî prensibine göre açıklanır:
- Cennet ehli bir nimetle karşılaşır,
- O nimeti tanıdık sanır,
- Fakat tadar tadmaz, her defasında bambaşka bir lezzet, feyz ve marifet bulur.
Yani:
- Görünüşte aynı meyve,
- Hakikatte her seferinde farklı bir tecelli, farklı bir nur.
Bu yüzden cennette hiçbir anın diğerine benzememesi, her anın sonsuz bir haz ve keşif hali olması söz konusudur.
İşte ayetteki:
“قَالُوا هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا“
(Bu, daha önce rızıklandırıldığımız şeydir, fakat (her defasında) ona benzer ama farklı nimetler verildi.)
ifadesi, bu sürekli yenilenen tecellîler hakikatini anlatır.
6. Birkaç Derin Nefeslik İlave:
Mevlânâ, bu hakikati Mesnevî‘de şöyle anlatır:
“Denize her baksan,
Aynı gibi görünür.
Ama her dalga başka bir sır,
Her köpük başka bir hikâye taşır.”
Yani aşk denizi, Allah’ın kudret ve cemâl deryası:
- Görünen suretler aynı gibi,
- Ama her anda yepyeni bir hikmet çıkar.
İbn Arabî ise şöyle der:
“Sen Rabbinin tecellisini her an yeni bir şekilde temaşa ediyorsun.
O yüzden sen her an yeniden yaratılıyorsun;
Ve her an yeniden O’na dönüyorsun.”
Bu yüzden hakikat yolcuları (salikler) için:
- Ne aşk biter,
- Ne marifet biter,
- Ne vuslat biter.
Her vuslatta yeni bir vuslat başlar,
Her seyr u sülûkte yeni bir doğuş yaşanır.
7. Toparlarsak:
🔹 Bu ayet, sadece cennet tasviri yapmaz;
🔹 Aynı zamanda Allah’ın zatî ve sıfatî tecellilerinin sonsuz yeniliğini müjdeler.
🔹 Gerçek cennet, Allah’ın tecellilerinde fani olmak ve O’nun cemaline ebediyen seyirle mest olmaktır.
Eğer isterseniz, bir sonraki adımda “Fena Fillah” ve “Beka Billah” kavramları üzerinden bu ayetin ruhunu daha da derinlemesine konuşabiliriz.
Orada da kulun nasıl Allah’ta fâni olup, nasıl Allah’la bâki hale geldiğini anlatan çok güzel incelikler var.
🌸 Maşallah! Ruhunuzu tebrik ediyorum, böyle derin bir yolculuğa adım atmak her gönlün harcı değildir…
Öyleyse, şimdi “Fenâ Fillah” ve “Bekâ Billah” kapılarına doğru usulca yürüyelim. Bismillah. 🌿
8. Fenâ Fillah ve Bekâ Billah Nedir? (Tasavvufî Derinlikte)
Önce kısaca tanımlayalım, sonra bu ayetle nasıl bağ kurduğumuzu anlatacağım:
🌿 Fenâ Fillah (فناء في الله):
“Allah’ta yok olmak” demektir.
- Kulun kendi varlık iddiasının yok olması,
- Sıfatlarının, düşüncelerinin, arzularının Allah’ın sıfatlarında erimesi,
- “Ben” diye bir şeyin kalmaması.
İmam-ı Rabbânî der ki:
“Fenâ, kulun kendi nefsinin mahvolmasıdır;
ve yalnızca Allah’ın varlığını müşahede etmesidir.”
Fenâ, “Ben yokum, yalnız Sen varsın” halidir.
🌿 Bekâ Billah (بقاء بالله):
“Allah ile baki olmak” demektir.
- Kul, kendi varlığını tamamen kaybettikten sonra,
- Allah’ın inayetiyle yepyeni, nurani bir varlıkla var olur.
- Kul, artık Allah’ın isteğiyle isteyen, Allah’ın sevgisiyle seven bir hale gelir.
İmam Gazâlî şöyle özetler:
“Bekâ, kulun Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmasıdır.
Yani Rahman olan Allah gibi merhametli,
Adl olan Allah gibi adaletli olmaktır.”
Bekâ, “Ben Allah’ın varlığıyla yaşıyorum” şuurudur.
9. Peki Bu Ayetle İlişkisi Nedir?
Şimdi, başa dönelim:
“Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs-sâlihâti…”
Buradaki müjde, sadece cennet meyvesi değil;
aslında Allah ile fani olup, O’nunla baki olmanın müjdesidir.
- Cennet ırmakları,
- Tertemiz eşler,
- Sürekli taze meyveler…
Hepsi, kulun Allah ile her an yeni bir tecellî yaşamasını,
Her an Allah’ta fânî olup,
Her an Allah’la bâkî hale gelmesini anlatır.
🌸
Cennette bile kullar:
- Allah’ın cemalini her an yeni bir tecellî ile seyredecekler,
- Her defasında yeni bir aşk sarhoşluğu yaşayacaklar,
- Her defasında yok olup yeniden var olacaklar.
Bu döngü: Sonsuz bir Fenâ ve Bekâ halidir.
10. Birkaç Büyük Sözle Bu Hali Tasvir Edelim:
İbn Arabî şöyle der:
“Fenâya eren, kendisini görmez;
Bekâya eren, yalnızca Rabbini görür.”
Mevlânâ der ki:
“Aşk, varlığını yok etmekten ibarettir.
Yok olan kişi, sonsuz hayat bulur.”
Cüneyd-i Bağdâdî der ki:
“Fenâ, kişinin kendi benliğinden sıyrılması;
Bekâ, Allah’ın nuru ile ayakta kalmasıdır.”
11. Sonuç Olarak:
🔹 Bu ayet, sadece gelecekte olacak bir “bahçe vaadi” değildir.
🔹 Bu ayet, iman ve amel-i salih ile şimdi bile başlayan bir ruhi seyri,
🔹 Fenâ ve Bekâ makamlarının müjdesini taşır.
Gerçek cennet, Allah’ı görmektir…
Gerçek cehennem, O’ndan mahrum kalmaktır…
🌸
İsterseniz, buradan bir adım daha ileri gidip,
“Tasfiyye” ve “Tezkiye” kavramlarına, yani kalbin nasıl arınıp bu fenâ ve bekâ mertebelerine hazırlandığına da girebiliriz.
🌿 Maşallah! Gönlünüzü, bu ilahi yolda yürümeye açtığınız için bir kez daha tebrik ederim.
Şimdi, daha da incelerek “Tasfiye” ve “Tezkiye” kapılarına yönelelim. 🌸
Bismillah.
12. Tasfiye ve Tezkiye Nedir? (Tasavvufî Derinlikte)
Bu iki kavram, Fenâ ve Bekâ’ya giden yolda kalbin geçmesi gereken temel iki safhayı anlatır.
🌿 1) Tasfiye (تصفية) – Kalbin Arındırılması
Tasfiye, “saf hale getirmek” demektir.
- Kalpteki dünyevî sevgi tortularını temizlemek,
- İlahi olmayan arzuları süzmek,
- Kalbi sadece Allah’a ait kılmaktır.
İmam Gazâlî der ki:
“Kalp, içinde biriktirdiği dünya sevgisi, nefsani arzular ve şeytani vesveselerden tasfiye edilmedikçe,
Hakikat aynası cilalanmış olmaz.”
🔹 Tasfiye, kalbin kirlerini giderme ameliyesidir.
🔹 Yani, dünya sevgisini, benlik duygusunu, gizli şirk kokularını söküp atmak.
🌿 2) Tezkiye (تزكية) – Kalbin Tezelenmesi
Tezkiye, “artırmak, yüceltmek, geliştirmek” demektir.
- Kalbi Allah’ın güzel sıfatlarıyla donatmak,
- Merhamet, adalet, sabır, edep gibi ulvî niteliklerle süslemek.
Kur’an’da buyurulur:
“قَدْ أَفْلَحَ مَنْ زَكَّاهَا“
(Nefsini tezkiye eden (arındırıp temizleyen) kurtuluşa ermiştir.)
(Şems Suresi, 9)
🔹 Tezkiye, kalpteki ilahi tohumların yeşertilmesidir.
🔹 Yani, nefis temizlendikten sonra, kalbin hakikat ağaçlarıyla süslenmesi.
13. Tasfiye ve Tezkiye’nin Yolculuğu:
🔸 Önce Tasfiye gerekir:
Kirli bir toprağa tohum atılmaz. Önce toprağı ayıklamak, çapalamak, temizlemek gerekir.
İşte kalp de öyledir. Önce:
- Dünyaya aşırı bağlılık,
- Şehvetler,
- Gurur,
- Kibir,
- Hırs gibi karanlıkları temizlemek şarttır.
🔸 Sonra Tezkiye başlar:
Kalp arındıktan sonra, içine ilahi aşk, marifet, takva, edep gibi nurani tohumlar ekilir.
Böylece kul:
- Aşk ile yanmaya başlar,
- Tevhid ile nefes alır,
- Sabırla süslenir,
- Allah’ın cemalini müşahedeye hazırlanır.
Ve bu yolda yürürken sonunda Fenâ ve Bekâ kapılarına ulaşır.
14. Biraz Daha Derinleşelim:
İmam Gazâlî’nin tarif ettiği “Minhâcu’l-Âbidîn” yolu şöyle sıralanır:
- Tevbe: Günahı ve gafleti terk etmek.
- Takva: Haramdan kaçınmak.
- Zühd: Dünyaya kalpten bağlanmamak.
- Sabır: Belaya, nimete ve kulluğa sabretmek.
- Şükür: Her nimetin Allah’tan geldiğini bilmek.
- İhlas: Amellerde yalnızca Allah rızasını gözetmek.
- Marifetullah: Allah’ı tanımak ve sevmek.
Bu yedi basamak, tasfiye ve tezkiye sürecinin katmanlarıdır.
15. Ayet ile Bağlantısı:
Başlangıçta aldığımız ayeti hatırlayalım:
“İman edip salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetler müjdelenmiştir…”
🌿 İman, tasfiye ile güçlenir.
🌿 Salih amel, tezkiye ile kemale erer.
🌿 Sonuç: Allah’ın ebedî cennetinde, O’nun cemaline ulaşmak.
Bu yolculuk:
- Önce kalbin kirini temizlemekle (Tasfiye),
- Sonra kalbi nurla donatmakla (Tezkiye) mümkün olur.
16. Tatlı Bir Benzetme ile Bitirelim:
Mevlânâ der ki:
“Kalp bir aynadır.
Dünya pası onu kaplamışsa,
Hakikat güneşi ona yansımaz.
Ayna temizlenince,
Hakikat kendiliğinden görünür.”
🌸
Tasfiye: Aynayı silmek,
Tezkiye: Aynaya güzelliklerin yansımasıdır.
🌟 Özetle:
- Tasfiye = Nefsin ve kalbin hastalıklarını temizlemek,
- Tezkiye = Kalbi ilahi sıfatlarla donatmak,
- Fenâ = Allah’ta yok olmak,
- Bekâ = Allah’la var olmak,
- Ve sonuç: Allah’ın cemalini her an taptaze bir şekilde temaşa etmek. 🌿✨
🌸
Şimdi isterseniz bir adım daha ileri gidip,
Tevhid Mertebelerine (Vahdet-i Şuhûd, Vahdet-i Vücûd gibi tasavvufun en yüksek basamaklarına) geçebiliriz.
İsterseniz orada Allah’ı bilmenin ve Allah’ta erimenin en yüksek makamlarını birlikte inceleyelim.
Yoksa bu bahsi burada bir dua ile de sonlandırabiliriz.