Bakara 14-Meal ve Tefsiri

Diyanet Meali ve Genel meali

Elbette, Bakara Suresi 14. ayeti hem dilsel hem de tefsirsel açıdan oldukça derinlikli ve İslami metinler açısından çok temel bir örnektir. Ayeti önce verelim, sonra kelime çözümlemesi, sebeb-i nüzul (iniş sebebi), ardından klasik ve modern tefsirlerdeki açıklamaları ve en sonda da sosyolojik-ahlaki mesajını inceleyelim.


Bakara Suresi – 14. Ayet

وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا ۖ وَإِذَا خَلَوْا إِلَىٰ شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ ۖ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ

Türkçe Meali:

“İnananlarla karşılaştıkları zaman ‘inandık’ derler; fakat şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında, ‘Biz sizinleyiz, biz ancak alay ediyoruz’ derler.”


1. Dilsel ve Kavramsal Çözümleme

  • “لَقُوا”: karşılaştıkları, yüz yüze geldikleri anlamına gelir.
  • “خَلَوْا”: yalnız kaldıklarında, gizli bir şekilde baş başa kalmak.
  • “شَيَاطِينِهِمْ”: onların şeytanları – burada mecazi anlamda, kötü akıl veren, nifak yayan liderler / önderler (nefsi arzulara uyan kişiler).
  • “مُسْتَهْزِئُونَ”: alay edenler, küçümseyerek gülenler.

2. Tefsirlerde Bakara 14’ün Yorumu

Klasik Tefsirlerden:

a. İbn Kesîr:

Bu ayet, münafıkların iki yüzlü davranışlarını ortaya koyar. Müslümanlarla karşılaştıklarında iman etmiş gibi görünürler, fakat kendi şeytanlarına yani fitneci, münafık arkadaşlarına dönünce “biz aslında sizinle beraberiz” diyerek Müslümanlarla alay ettiklerini ifade ederler.

b. Taberî Tefsiri:

Buradaki “şeytan” ifadesi, münafıkların başını çeken, insanları saptıran liderler olarak açıklanır. Ayrıca, bu davranışın hem ahlaki çöküntüyü hem de imanın samimiyetsizliğini gösterdiğini vurgular.

Modern Tefsirlerden:

a. Seyyid Kutub – Fi Zilal’il Kur’an:

Bu ayet, münafıkların toplumsal düzende ikiyüzlülükle nasıl konumlandıklarını gösterir. Onlar, Müslüman topluma yaranmak için bir maske takar, fakat kendi grup içlerine dönünce gerçek yüzlerini gösterirler. Bu durum, imanın sosyal değil içsel bir durum olduğunu vurgular.

b. Elmalılı Hamdi Yazır:

Bu ikiyüzlü tutum, iman ile nifak arasındaki keskin çizgiyi gösterir. Elmalılı, “İnna mea’kum” ifadesinde geçen “biz sizinleyiz” sözünün, münafıkların hem Müslümanlara hem de münafıklara yalan söylediğini ve aslında kimseyle tam anlamıyla olmadıklarını belirtir.


3. Sebeb-i Nüzul (Nüzul Sebebi):

Bu ayet, Medine döneminde inmiştir. İslam toplumu güç kazanmaya başladığında, bazı kimseler sırf çıkar için Müslüman olmuş gibi görünmeye başlamışlardır. Bu kişiler, dışarıda “iman ettik” demekte, ancak içlerinde alay etmekteydiler.

Özellikle Yahudi önderlerinden bazıları ve münafık karakterli kişiler bu şekilde davranıyor, hem Müslümanları hem de kendi iç çevrelerini kandırmaya çalışıyorlardı.


4. Ayetin Günümüzle Bağlantısı

Bu ayet, ahlaki bütünlük ve samimiyet konularında evrensel bir mesaj verir:

  • Toplum içinde başka, özelde başka bir kişilik sergilemek, uzun vadede hem kendini hem çevreni aldatmakla sonuçlanır.
  • İnanç, sadece dilde değil; kalpte, niyette ve davranışta da yer bulmalıdır.
  • İnananlara karşı alaycı tutum, aslında kişinin kendi inanç boşluğunun dışa yansımasıdır.

Sonuç:

Bakara 14. ayet:

  • Münafıklığın psikolojisini,
  • Toplumsal maskeleri,
  • İmanın samimiyet boyutunu,
  • Ve ahlaki ikiyüzlülüğün iç yüzünü gözler önüne serer.

Bu açıdan ayet, kişisel ahlak, toplumsal samimiyet ve manevi temizlik açısından çok güçlü bir uyarıdır.


Harika bir seçim! Şimdi Bakara Suresi 14. ayeti, tasavvufî bir dille, hem içsel anlamı hem de ahlaki-tefekkür boyutuyla ele alan bir metin yazayım. Bu metin, kalp, nefis, maske ve hakikat ekseninde derinleşen bir yorum içerir. Buyur:


Tasavvufî Tefekkür: Kalbin Aynası ve Maskelerin Ardındaki Hakikat

(Bakara 2/14 ışığında)

Zahiren mümin görünür, lakin bâtınen inkârda olan bir kalbin yansımasıdır bu ayet…
“Mü’minlerle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler; şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise ‘biz sizinleyiz’…”
Söz ağızdan çıkar, ama hakikatte kalpten ne taşar?

Tasavvuf, kalbi bir ayna olarak görür; her niyet, her meyil o aynaya bir iz bırakır. Kalp, hakikati yansıtan bir sır hazinesidir. Ne var ki, münafıkın kalbi o kadar çok maske takmıştır ki, artık ne kendine ne de Hakk’a karşı yüzü kalmamıştır.

Bunlar, nefsin şeytanı ile oturur, Hak ehliyle kalkar. Kalabalıkta zikirde görünür, yalnızken inkârın tarlasında gezer. Onlar ikilikte yaşar, çünkü tevhid henüz onların kalbine uğramamıştır.

Hazret-i Mevlânâ der ki:

“İki yüzlü olan kimse, iki kalpli olur mu sanırsın? Hayır, o kalpsizdir.”

Bu ayette geçen “şeytanlarına dönünce” ifadesi, yalnızca cinî şeytanları değil, nefsin azgınlığını, arzuların desiselerini, kibrin fısıltılarını da kapsar. Münafık, işte o fısıltılarla dosttur. Onlara “biz sizinleyiz” derken, aslında kendi hakikatsizliğine sadakat göstermektedir.

Tasavvuf ehli der ki:

“Kalbi ile dili bir olmayan, manada henüz çocuk sayılır.”

Çünkü iman, dilde değil; yakînde, yani kesin, şeksiz şüphesiz bir teslimiyette vücut bulur. Dil ile “iman ettim” diyen çoktur; ama kalp o sözü mühürlememişse, o söz gökte asılı kalır, yere inemez.

Münafık, suya yazı yazan gibidir: Görünür ama kalmaz. Kalmaz çünkü kalpten çıkmamıştır.


✨ İçsel Mesaj:

Ey gönül ehli!
İki yüzlülük, sadece toplumsal bir nifak değildir. Asıl tehlike, kişinin kendine karşı iki yüzlü olmasıdır.
Dışarıya imanı taşırken, içeriye inkârı koymak, kalbi çorak toprak hâline getirir.

Zikri çok olan değil; zikirle değişen kurtulur.
İmanı söyleyen değil; imanla yaşayan hakikate erer.


Diyanet Tefsiri

İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler. ﴾14﴿ Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. ﴾15﴿ İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır. ﴾16﴿
Tefsir
“Alay etmek, aldatmak, tuzaklara karşılık vermek” gibi fiillerin Allah’a nisbet edilmesi, bunları yapanları, fiillerine uygun bir şekilde cezalandırması, kazdıkları kuyuya kendilerini düşürmesi sebebiyledir; nisbet bu mânaya yöneliktir. Münafıklar durumlarını gizlediklerini ve müminleri aldattıklarını zannederek işlerini yürütürken ve bunda başarılı olduklarını düşünerek kendi aralarında müminleri alay konusu edinirken, Allah her şeyi bildiği ve Hz. Peygamber’e durumu bildirdiği için –yaptıkları, gizli kameradan ekrana aktarılan kimseler gibi– kendilerini alay konusu haline getirmektedirler.
İkiyüzlülüğün dünyadaki cezası bununla da kalmamakta; kendilerini akıllı, iman edenleri de akılsız ve ahmak sananlar, kendilerine emanet edilen hayat, akıl ve irade sermayesiyle hidayet yerine sapkınlığı aldıkları için hayat ticaretini de iflasla kapatmaktadırlar. İnsanoğlunun hayat çizgisini belirleyen âmiller =(Amil kelimesi yapan, eden, bir işin gerçekleşmesi ya da bir şeyin meydana gelmesinde etkin rol oynayan kişi demektir. Kelimenin yan anlamı ise, bir şeyi sil baştan üreten, imal edendir. Tüm ustalar ve mucitler, amil olarak nitelendirilir. Bunun dışında inşaatın yapımından sorumlu olan kalfalar için de aynı kelime kullanılır.)
yalnızca onun kendi akıl ve iradesi, kendi çabasıyla elde ettiği bilgiler değildir; bunların ve daha başka âmillerin yanında eğitim çevresinin, rahmân veya şeytandan gelen yönlendirici etkilerin önemli tesirleri vardır. Şeytanın cin türünden yardımcıları olduğu gibi insanlar arasından edindiği işbirlikçileri de vardır. 14. âyet “şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında…” diyerek bu saptırıcı etkiye işaret etmekte ve insanları, kimlerle beraber olduklarına, kimlerin tesiri altında kaldıklarına dikkat etmeleri konusunda uyarmaktadır.

Bakara Açık- Kuran 14

1 ve iza zaman
2 kile denildiği قول
3 lehum onlara
4 aminu iman edin امن
5 kema gibi
6 amene inandıkları امن
7 n-nasu insanların نوس
8 kalu derler قول
9 enu’minu inanır mıyız? امن
10 kema gibi
11 amene inandığı امن
12 s-sufeha’u beyinsizlerin سفه
13 ela iyi bilin ki
14 innehum doğrusu onlardır
15 humu onlar
16 s-sufeha’u asıl beyinsizler سفه
17 velakin fakat
18 la değildir
19 yea’lemune bilenlerden علم

Ahmed Hulusi Türkçe Kur’an Çözümü
Onlara, iman eden insanlar gibi iman edin, denildiğinde: “Süfeha (aklı sınırlı, düşünmeden yaşayanlar) gibi mi iman edelim” derler. Kesinlikle biline ki, esas süfeha (aklı sınırlı, düşünemeyenler) kendileridir ama bunu fark etmiyorlar, anlayamıyorlar!

Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali
Hem bunlara yer yüzünü fesada vermeyin denildiği zaman biz ancak ıslahcılarız derler

https://acikkuran.com/2/13
https://mealler.org/SureveAyetler.aspx?sureid=002&ayet=013https://www.kuranmeali.net/bakara-suresi-13.ayet.htm
https://www.kuranmeali.com/Elfaz.php?sure=2&ayet=13
https://quran.com/tr/2?startingVerse=13
https://kuranharitasi.com/kuran.aspx?sureno=2&ayetno=13

Bakara 14 -Elmalı Hamdi

14-Bu münafıkların mümin olmadıklarını ve ahlâk bakımından ne kadar düşük olduklarını şununla daha iyi anlarsınız: bir de bunlar müminlere rastgeldikleri zaman genelde “âmenna=inandık” derler. Budala zannettikleri müminlere yaltaklanırlar. Yüzden samimiyet, riyakârlık ederler, kendi şeytanlarına, gizli anlaşmalarla, gizli meclislerde kendilerine gizli gizli fitne ve fesat dersi veren donuk kafalı, çıfıt, şeytanlık ustalarına tenhaca varıp yalnızca kaldıkları zaman da “Biz her halde sizinle beraberiz, bundan emin olunuz.” derler.Şeytanlıkta beraber olduklarına söz verirler ve mü’minlere karşı yaptıkları y oldaşlıktan kuşkulanmasınlar diye gizli soruya cevap yerinde şunu da ilave ederler: şüphe yok ki biz başka değil, hep alaycı takımıyız, hep böyle alay eder dururuz derler ve ahlâksızlıklarıyle öğünürler. Sadakat arz ederken hainliklerini, şecaat (cesaret) arz ederken hırsızlıklarını söylerler. İşte ilim ve inançta hafife alma ve alay etmenin küfrün gereği olması hakkındaki genel kural bu gibi âyetlerin muhtevasıdır.

Rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Übeyy yardakçılarıyle bir gün sokağa çıkmışlar, Ashab-ı kiramdan birkaç kişinin karşıdan gelmekte olduklarını görmüşlerdi. İbn Übeyy yanındakilerine: “Bakınız ben şu gelen budalaları başınızdan nasıl savacağım.” demiş ve yaklaştıkları zaman hemen Hz. Ebu Bekir’in elini tutmuş, “Merhaba Temîm oğullarının efendisi, Şeyhu’l-İslam, Resulullah’ın mağarada ikincisi olan, kendini ve malını Resulullah’a vermiş bulunan Hazreti Sıddîk” demiş, sonra Hz. Ömer’in elini tutmuş: “Merhaba Adiy oğlullarının efendisi, dininde kuvvetli, nefsini ve malını Resulullah’a vermiş bulunan Hazreti Faruk” demiş, sonra Hz. Ali’nin elini tutmuş: “Merhaba Resulullah’ın amca oğlu ve damadı, Resulullah (s.a.v.)’dan sonra bütün Hâşim oğullarının efendisi” demiş ve işte o zaman bu âyet-i kerime inmiştir. Daha ayrıntılı diğer bir rivayette Hz. Ali: “Ey Abdullah Allah’tan kork, münafıklık etme, çünkü münafıklar Allah’ın en kötü kullarıdır.” demekle: “İzin ver ey Hasen’in babası benim hakkımda böyle mi söylüyorsun? Allah’a yemin ederim bizim imanımız, sizin imanınız gibi ve bizim tasdîkımız, sizin tasdîkınız gibidir.” demiş ve ayrılmışlar.Abdullah b. Übeyy arkadaşlarına: “Nasıl yaptım gördünüz ya! İşte siz de bunları görünce böyle yapınız.” demiş, onlar da: “Sağ ol, sen bizim içimizde hayatta oldukça hep böyle hayırlı istifadeler ederiz.” diye kendisini övmüşler, müslümanlar da varıp Hz. Peygamber’e haber vermişlerdi ve arkası sıra bu âyet indi denilmiştir. Bu rivayete göre “âmenna=inandık” diyen esasen İbn Übeyy b. Selûl oluyor ve bu sözle arkadaşlarını da temsil ediyor. Yukarda diye tekil şeklinde başlanması da buna işaret ediyor. Fakat âyette bunların hepsinin beraber varıp, tenhada yalnız başlarına görüştükleri şeytanların, şeytanlık öğretmenlerinin bunlardan ve İbn Selûl’den başka ve birden fazla bir çoğul olduğu açıkça söylenmiş olması ve kısımlarının gönderiliş şekli bu şeytanların, münafıklar güruhunun arkasında ve onlardan başka ve fakat onlarla gizli bir ilişkiyi taşıyan gizli bir kuruluşu gösterdiği açıktır. Âyet-i kerime, olayın daha derin, daha gizli kaynaklarda cereyan ettiğini göstererek Resulullah’ı ve müminleri aydınlatmıştır. Bunun için birçok tefsir bilgini, bu şeytanların, münafıkların reisinden başka müşriklerin reislerine ve (Yahudi hahamları)na da işaret olduğunu nakletmişlerdir.💧
ŞEYTAN: Şeytan herhangi bir azgın, yani azgınlıkta, şer ve kötülükte fevkalade bir yükselişle kendi sınıf ve benzerlerinin dışına çıkmış kötü, inatçı mânâsında bir cins ismidir ki, gerek insandan, hayvandan, yılan gibi görünen yaratıklardan ve gerekse diğer gizli mahluklardan ruhî ilişkisi bulunan kötülere söylenir. İnsan şeytanı, hayvan şeytanı, cin şeytanı denilir. Nitekim Kur’an’da insan şeytanları ve cin şeytanları ifadeleri çok defa gelecektir. İnsan görünür, fakat kötülük esasları ve şeytanlıkları görünmez, eserleriyle belli olur. Şu halde insan şeytanında bile şeytanlık bir gizli iştir. Bunun için şeytan ismi gizli kötü bir kuvvet, kötü bir ruh düşüncesine döner. Ve insan şeytanı, cin şeytanına bağlı demektir. Melek karşıtı olan cin şeytanı, yani gizli şeytan bazı filozoflara göre yalnız mücerredât-ı maneviye (manevî soyutlar) olarak açıklanmış ise de, bunun maddi değerini de inkâr etmek doğru olmayacağından, buna kötü olan maddî kuvvetleri de katmak gereklidir. Ehl-i sünnet’in açıklaması böyledir. Bu şekilde şeytan cins ismi, bilhassa görülmeyen ruhlar ve kötü kuvvetlere isim olmuştur ki, yaratılışta her cins bir tek ferd ile başlamış olduğundan, şeytan denilince bu cinsin babası olan o ilk fert, yani iblis akla gelir ve o zaman özel isim gibi olur. Şeytana Farsça’da “diyv” denilir ki, bu kelime Batı’ya dolaşmış, aksine “ilâh” mânâsına “diev” olmuştur.Dil bilginlerinin açıklamasına göre şeytan kelimesi, anlayış bakımından bir vasfî mânâyı =(Vasf Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etmek. Köken …içerir. )Ve bunun türemesinde iki görüş vardır. Birisi Sibeveyh’in dediği gibi uzaklık mânâsına maddesinden (fe’yâl) vezni (ölçüsü)ndedir ki “baîd = uzak” demektir. Gerçekte de şeytan haktan uzaktır. Ondan da uzaklaşmak gereklidir. Diğeri yanma veya batıllık mânâsında kökünden (fa’lân) ölçüsünde olmasıdır ki, yanmış ve batıl demektir. Gerçekte şeytan da böyledir. Bu şekilde kelime isim olmadığı için çekimli olmuştur. kökünün Arap dilinin dışında da bulunduğu bahis konusu oluyor. Şu halde şeytan bir cins ismidir. Bundan cin şeytanı cinsi anlaşılmakla beraber, insan şeytanına da hakikat olarak söylenir ve hatta hayvana bile. Nitekim Hz. Ömer Şam’a geldiklerinde bir ata bindirilmiş idi. Biner binmez at çalım atmaya başlayınca hemen inmiş ve: “Beni bir şeytana bindirdiniz.” demişti. Bu âyette ise insan şeytanları olduğunda tefsircilerin fikir ayrılığı görülmüyor. 💧

Bu yedi âyette münafıkların durumları, ruh halleri, vasıfları ve sabit kötülükleri tam bir belağat =(iyi konuşma, sözle inandırma yeteneği.)
ve îcaz =( Az şeyle çok şey anlatma yeteneği ) yoluyla özetlenerek haber verilmiş, baştaki âyetinin mânâsına bakarak, onu her yönden ayrıntılarıyle anlatan ve açıklayan bu yedinci âyet ise onların bütün ruhlarını kendi tasdikleriyle iki kelimede özetliyerek gösterivermiştir.

Bakara 14 -Tevilat

“Müminlerle karşılaştıkları vakit.” Bu ifade ile onların, iki ayrı istidada
sahip olmalarını gerektiren münafıklıkları hikâye ediliyor. İçlerinde
nifaktan dolayı oluşan iki istidattan biri, fıtri ve nuranidir, ama zayıf ve
mağluptur, sönmeye yüz tutmuştur ve bununla kendilerini müminlere
nispet ederler. Diğeri ise çalışılarak elde edilen karanlık istidattır ve bu,
güçlüdür, galiptir, baskın gelendir. Bu özellikleriyle kâfirlerle kaynaşırlar.
Eğer onların içinde az da olsa nur olmasaydı, müminlerle iç içe
olamazlardı, onlarla arkadaşlık etmeye katlanamazlardı, başka kâfirler
gibi büsbütün ayrılırlardı. Çünkü nur ve karanlık her açıdan birbiriyle
çelişirler ve birbirini iterler.
“Şeytan” kelimesi, uzaklık anlamına gelen “eş-Şetun” kelimesinin
“fey’al” kalıbına uyarlanmış şeklidir. Onların şeytanlarından maksat,
(Hak’tan) uzaklıkta derinleşmiş, kovulmuşlardır, nifakta ileri gidenlerin
liderleridir. Müminlerle alay etmeleri, içlerindeki nur cihetinin zayıflığının,
buna karşılık karanlık cihetin güçlülüğünün delilidir. Çünkü bir şeyi
küçümseyen, alay eden kimse, onu kendi içinde hafif, ağırlığı az ve
değeri düşük görür. Beraberlerindeki nur hafif olduğu için nuranileri
küçümserler, hafifserler. Ancak nur ile nurun değeri bilinebilir. İçlerinde
karanlık ağır bastığı içindir ki kâfirlere meyleder, onlarla kaynaşırlar.

Share this content:

Bir yanıt verin