Bakara 10 Meal ve Tefsiri

Bakara Sûresi (10)
فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضاًۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿١٠﴾
Meal
Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. (10)

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-1/bakara-suresi-2/ayet-10/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

1 fi
2 kulubihim onların kablerinde قلب
3 meradun hastalık vardır مرض
4 fezadehumu artırmıştır زيد
5 llahu Allah
6 meradan hastalıklarını مرض
7 velehum onlara vardır
8 azabun bir azab عذب
9 elimun acı الم
10 bima ötürü
11 kanu olduklarından كون
12 yekzibune yalancı كذب

Ahmed Hulusi – Türkçe Kur’an Çözümü
Onların şuurlarında (hakikati hissetme işlevinde) sağlıklı düşünememe hali vardır; Allah da bunu arttırmıştır. Yalanladıkları hakikatleri yüzünden feci bir azap yaşayacaklardır.
Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali
Kalblerinde bir maraz vardır da Allah marazlarını artırmıştır, ve yalancılık ettikleri için bunlara elim bir azab vardır

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-1/bakara-suresi-2/ayet-10/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1
https://acikkuran.com/2/10
https://mealler.org/SureveAyetler.aspx?sureid=002&ayet=010
https://www.kuranmeali.net/bakara-suresi-10.ayet.htm
https://www.kuranmeali.com/Elfaz.php?sure=2&ayet=10
https://quran.com/tr/2?startingVerse=10
https://kuranharitasi.com/kuran.aspx?sureno=2&ayetno=10

Elmalı Hamdi Tefsiri

10- Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır

10-“Münafıklardaki bu hileciliğin ve bu şuursuzluğun sebebi nedir?” denilirse, onların kalplerinde, yani ruhanî kalplerinde hiç görülmedik yok edici bir manevî ve ahlâkî hastalık vardır. Maraz (hastalık), bedeni sağlam alışkanlığından döndürüp dengesini bozan ve görevini istenilen şekilde yapmamasına sebep olan bir aksama durumudur.Fakat maddî şeylerde kullanıldığı gibi, manevi hususlarda da kullanılır. Sıhhat esas, hastalık ikinci derecedir. İlk yaratılışta kalp sağlamdır. Fakat bunlar kalbin sıhhatini muhafaza etmeye bakmamışlar, kalplerinde büyük bir hastalığa mübtela olmuşlardır. Burada “maraz” kelimesindeki tenvin, korkutmak içindir. Demek korkunç bir hastalık var. Bütün ahlâksızlığın başlangıcı olan büyük bir hastalık var. İdrak ve iradenin afeti olan bir hastalık var. Bu hastalık, rivayete ve dirayete dayanan tefsirlerin ve bilhassa selef müfessirlerinin açıkladıkları üzere inançsızlık hastalığı, şek, şüphe, kuşku hastalığı, özetle şüphe ve nifak hastalığıdır.Bunlar bütün kötü niyetlerin başıdır. Buna yakalanan kimse, hak tanımaz, Allah’dan şüphe eder, Allah’ın emrinden şüphe eder. Allah’ın “onda şüphe yoktur” buyurduğu kitabından şüphe eder. Allah’ın peygamberinden şüphe eder. Allah’ın halis mümin kullarından ve onların doğru olan fiil ve hareketlerinden şüphe eder. Her şeyden şüphe eder, hatta kendinden şüphe eder. Bilginin kıymeti kalmamıştır. Fakat benlik, şuurundan da hiç çıkmaz.Onun gözüne hak ve hakikat kendinden ibaret görünür. Bakar ki kendisi şek ve şüphe ile doludur. Kendine benzeterek hükmeder. Herkesi ve her şeyi şüpheli görür. Yerler, gökler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar, insanlar, Allah, Peygamber, hep onu aldatıyor zanneder. Kötü zan ile dolar. Her şeyden kuşkulanır. Fakat bütün fiil ve hareketiyle yine kendisine karşı kendisini yalanlar. Zevkine, keyfine, şehvetlerine o kadar tutkundur ki, onlardan hiç şüphe etmez. “Acaba bunların aslı var mıdır, bunun sonu ne olacaktır” demez. Hepsine atılır, sarılır. Onun için hak ve hayır hiç, zevk her şeydir ve her şey kendisidir. Onu, ilmî şüphe içinde benlik derdi, kibir, mevki hırsı, baş olma sevdası sarmıştır. Bunun için imansızken, kendini imanlıyım zanneder. Aldatmayı, hile yapmayı, entrika çevirmeyi üstünlük ve başarı sayar. Müminle mümin, kâfirle kâfir görünür. Bütün bunları ne zorunlulukla yaptığını düşünmez. Böyle yapması, bütün uğraştığı bu şeylerin kendisinden başka bir varlıktan yansıyan bir baskı olduğunu farketmez. Arada böyle hile ve düşmanlık yerine bir temelli sevgi kurmak için samimi olmaya çalışmak kendisi için de daha kârlı olduğunu anlamaz. Bunlar dünya nimetlerine gömülseler, yine iğneli beşikte gibi yaşarlar. Şüphe ve ara bozma hastalığı böyle can sıkıcı bir şeydir. O münafıkların kalplerinde işte bu hastalık vardır. Ve her hastalık huy ve tabiat olmadıkça tedavisi mümkündür. Bunlar ise bu hastalığı tedavi etmek için gelmiş olan hak dine sarılmazlar da ondan da kuşkulanırlar.Bunun üzerine Allah Teâlâ bunların hastalığını artırmıştır. Şöyle ki: Allah Teâlâ insanlardan, insanlar içinde Arap’tan, Arap içinde Kureyş kabilesinden, Kureyş kabilesi içinde Hâşim Oğulları’ndan Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdimenaf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Mead b. Adnan isim ve nesebiyle bir peygamber göndermiş ve ona “kendisinde şüphe olmayan” bir kitap indirmiş ve onu doğup büyüdüğü Mekke’de bırakmayıp bütün dünyaya, kıyamete kadar nur saçmak için buraya, onların bulundukları yere getirmiş ve insanlar yavaş yavaş ona iman ederek büyük bir topluluk kurmaya başlamışlar, eğriliği kaldırıp doğruluğu yayıyorlar, doğru yoldan başka bir şey istemiyorlar, kuvvetlilerin zayıfları ezmesine imkan vermiyorlar, hak denildi mi, hatır gönül tanımıyorlar, herkesi eşit tutuyorlar; zor kullanmakla insanlardan faydalanmak yasak, dalavere yasak, rüşvet ve adam kayırma yasak, fuhuş ve ahlâksızlık yasak, neler neler yasak. Bunlardan başka vazifeler, görevler, mücahedeler, intizamlı şekillerde muntazam vakitlerde çalışmalar, uğraşmalar, neler neler var. Aç kal, sabreyle fazilet saç; tok ol, şükret, yine fazilet saç. Putlara tapma, zevkine esir olma, Allah’tan başka tapılan bir şey tanıma ve ancak ondan yardım iste. Bu olur mu? Bu hal ile Abdullah b. Übeyy b. Selûl gibilerin hükümdarlığına nasıl imkan kalır? Sadece para kazanma hırsına kapılanların ticareti nasıl döner? Allah’ın verdiği söz, yapacağı bu muydu? “Bu tedavi değil, bir tuzaktır.” diyorlar. Artık o hastalık Allah katından bunların kalplerine basılıyor. İkinci bir huy oluyor da gittikçe artıyor. Onlar da bu yüzden Allah’a ve müminlere hilekârlık yapmaya başlıyorlar.🚨
Maraz (hastalık), bedenin sağlam alışkanlığından sapması ve görevini istenilen şekilde yapmamasına sebep olan aksaklık durumudur ki, buna “illet=dert” de denilir. Demek ki şüphe, imansızlık, inançsızlık da insanda asıl değil ikinci derecede bir şeydir. Ve hastalığa mahsus bir durumdur. Her çocuk doğarken iman ve itikad fıtrat (yaratılış)ıyla doğar, şüphe nedir tanımaz. Bunun için Hak inancı, Allah’a inanmak fıtrîdir. Bu esas yaratılış, insana ilerde şüpheye düşmesi için değil, şüpheleri atması, doğru yolu bulması ve geliştirme yoluyla da imanı huy edinmesi için verilmiştir. Şu halde kalplerinde bu hastalık zorlayıcı değildir. Bunu yapan, tecrübe güzergahında nefislerin sağlam yaratılışı gözetmemesi, kalbin sağlığını korumaması, ahlâkî hastalıkları tedavi etmemesi, özetle zevk duygusuna çok düşmesi ve her şeyde kendini ve kendi zevkini görmek istemesidir. Bazı insanlar tecrübede bunu tamamen bulamayınca, hatalar ve isabetsizlikler vaki olduğunu görünce, kendisinin “hakkın kendisi” olmadığını takdir ve kendinden önce hakka iman edecek yerde, ilk yaratılışta aldandığını söylemeye ve her şeyden şüphe etmeye başlar.Ve bu şüphe ile mücadele ederek hakkı görmeye ve vücut cereyanının, kendisinin değil, Hak Teâlâ’nın hükmünde bulunduğunu teslime ve kendisinin Allah için bir kulluk görevine mahkum olduğunu itiraf etmeye benlik sevdası ve irade zayıflığı engel olur da, şek ve şüpheyi esas kabul eder. Ve bu şekilde ancak şüpheye inanır ve şüphe kendisi için hem huy ve hem gaye olur. Ve hayır adına da herkese onu tavsiye eder, bu yönüyle Reybiyyûn (şüpheciler) ve Sofestaiye (safsatacılar) bile bir inanışın esiridirler: Şüpheye inanmak. Bu inançta sabit bir “ben” yoktur. Çelişme yığını olan bir akıcı fikir, bir (ben) hayali, bir “” aşkı, bir “” derdi. Yani hiç gizlenmek istemiyen bir “benlik” davası, bencillik, hodgâmlık (kendini beğenmişlik) vardır.

Fen ve felsefe bakımından hak iman, hem fıtrî ve hem alıştırıcıdır. Fakat şüphe inancı yalnız alıştırıcılığa ait yoldadır. Şüphe inancının böyle alıştırıcı ve tecrübeye dayanan karakteri, bu gibilere inanç ve sağlam bilgi hakkında bir kuşku telkin eder. Kitaba, dine bağlanmaktan çekinirler, istidlâle (delil ile sonuç almaya), istintâca (delil ile sonuç çıkarmaya), akıl ve mantığa küçümseyerek bakarlar, buna karşı koymak için terbiye, tecrübe, istikrâyı (tüme varımı) benimsememek isterler. Güya bunları, şüphenin, inançsızlığın delili imiş gibi ileri sürerler. Bu vesile ile: “Hayat adamı olmalı, hayat gibi her gün değişmeli, hayatta hiç bir örnek takip etmemeli.” derler. Ahlâklı bir gidişat takip eden seciyeli iman ve inanç sahiplerine genelde: “Mahdut fikirli, dar kafalı adamlar” gözüyle bakarlar. Bilmezler ki dar görüşlüler, yalnız şimdiki hale bağlananlar ve onun önünü ve arkasını görmeyenlerdir. Bilmezler ki alıştırmanın, tecrübenin, kararlılığın gayesi de şüphe değil, tıpkı istintâc gibi şüpheden kurtulmak, bir hak inanca ermektir. Bilmezler ki, zevkin hikmeti, gelip geçici şeylerle boğulmak, hiçlere esir olmak değil, ebedî bir hakka ulaşmak, bir irfan anı edinmektir. Sağduyusunu toplayanlar için çoğuldan tekile, başlangıçtan sonuca, sonuçtan başlangıca netice çıkarmak suretiyle karar kılmak, şüpheyi silmek için aklın biri diğerine kefil olan başlangıç ve sonucun birliğini gösteren iki şahidi, birbirine bakan iki yoludur ki ikisinin ürünü, ilki ve sonu hak inançtır. Vicdanın zevki de bu iman ile hakka açılan bir anlama noktasıdır. Hakka iman yaratılışı ile doğ, bu iman ile tecrübe yolundan doğru geç, hakka iman ile öl, ona dön! İşte İslâm’ın saadeti, işte kalpleri hastalıklı o münafıkların hile yapmak istedikleri Allah’ın nuru!

Fakat onlar, bu hastalık ile ve bu hastalığın artmasıyle kalmayacak, onlar için ahirette ve hatta dünyada pek elem verici, gayet acı bir azab da vardır. Bu azab bilhassa ” ” Nâfi’, İbnü Kesir, Ebu Amr İbnü Âmir, Ebu Ca’fer ve Yakub kırâetlerinde tekzibden (yükezzibûn) okunur, yalan söyler olmaları veya doğruyu yalan saymaları sebebiyledir. Bunlar, devamlı yalan söylerler, imanları yokken “imanımız var” dedikleri gibi, eğriyi doğru, doğruyu eğri gösterirler. Azaplarına sebep de özellikle budur. Çünkü yalan, önce dünyada büyük bir vicdan azabına sebeptir. Yalancılar, su üstünde bir yonga gibi çalkalanır ve her an bir iğneli beşikte yatıyor gibi yaşar. Gerçi dünyada bu da bir alışkanlık olur ve o azab git gide bir çeşit tatlılığa döner, onu -adeta- kaşındırır. Bununla beraber bu kaşınmanın tadı bir uyuz hastalığının kaşıntıları gibi kanatan, boğucu elemlerle karışık bir taddır. Fakat bunun ve bu yalan alışkanlığının ahiretteki azabı büsbütün dehşet vericidir. Çünkü yalan söyleye söyleye kalp, devamlı yalancı intibalarla kaplanır. Ruh artık bununla gelişir. Ruhî hayat bir evham (kuruntular) âlemi, bir batıllık sahası olur kalır. Hak nuru oraya, ara sıra yanar döner bir yıldız böceği halinde görünen bir fener gibi gelir. Artık o kalp ve onun gözleri, kulakları fayda ve zararı, hayır ve şerri seçemez olur. Kâr der, zarara koşar; iyilik der, şerre koşar; bahçeyi ateş görür kaçar, ateşi cennet sanır atılır. Derken Hakk’ın rahmeti ile arasına kalın bir sur çekilir ve fakat bu surun ara sıra açılır bir kapısı bulunur, o açılırsa Hak nuru rahmet ve saadet oradan arasıra imrenmek için görünür ve kapanır.🚨
“Müminlerle onlar (münafıklar)ın arasına bir duvar çekilir ki, onun bir kapısı vardır; içerisi rahmet, dış tarafı ise azabtır.” (Hadid, 57/13) âyeti gereğince nihayet bir kapanır, bir daha açılmaz olur. Onlar bâtılın karanlığı içinde sonsuzluğa kadar hasretle yanarlar, sönmek bilmez kara bir ateş ile yanarlar. Bu âyette “Allah onların hastalığını artırmıştır.” buyurulduğu gibi, diğer bir âyette de “Kalplerinde (şüphe ve nifak) hastalığı bulunanların ise, (indirilen sûre), inkârları yüzünden murdarlıklarına murdarlık=(Murdar Ne Demek? Murdar Kelimesinin Güncel TDK Sözlük Anlamı Ne Demektir?
Cevap: Kirli, Pis
Cinsel Birleşmeden Sonra Yıkanmamış (Kimse)
Dinî Kurallara Uygun Olarak Kesilmemiş Olan (Hayvan)) katar ve onlar kâfir olarak ölüp giderler.” (Tevbe, 9/125) buyurulmuştur ki, hastalık ile pisliğin ilişkileri de açıktır ve bütün bunlar ilâhî kanunlardır. İman eden kazanır, etmeyen de yanar, yakılır.

Bu münafıkları ortaya çıkartacak ve azaplarında şiddetlendirici sebepler olacak, bozgunculuklarına dal budak salan bazı çirkin vasıfları daha vardır. Şöyle ki:✅

Tevilat

10- Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların
hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de
onlar için elim bir azap vardır.
11- Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, “Biz
ancak ıslah edicileriz” derler.
“Onların kalplerinde bir hastalık vardır.” Kalplerinde şüphe ve nifak
vardır. Ayetin akışı içinde “hastalık” kelimesinin orijinalinin nekre/belirsiz
olarak yer alması ve cümlenin zarf cümlesi olarak sunulması, hastalığın
kalplerine arız olduktan sonra yerleşip kökleştiğine yönelik bir işarettir.💧Nitekim, benzeri bir durumun yeminde de söz konusu olduğuna daha
önce işaret etmiştik. Aksi takdirde “kalpleri hastadır…” veya “ölüdür…”
şeklinde bir ifade kullanılırdı.“ Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır.”
Kalplerine kin, kıskançlık ve gizli düşmanlık gibi başka bir hastalık
eklemiştir. Bunu da dinin mesajını en yükseğe çıkartarak, Resulüne ve
müminlere yardım edip zafer bahşederek sağlamıştır. Bütün alçak
huylar, davranışlar kalpler için hastalıktır. Bunlar kalplerin
zayıflamasına, özel faaliyetlerinde musibete duçar olmalarına, sonunda
da helak olmalarına sebep olur. Münafıkların elem verici azapları ile
kâfirlerin büyük azabı arasında fark vardır. Çünkü ezelde rahmet
dergâhından kovulanların azabı büyük olur ve bunlar azabın acısının
şiddetini hissetmezler. Bunun nedeni de kalplerinin kavrayışının


safiyetinin olmayışıdır. Tıpkı cansız veya felç olmuş ve bir hastalıktan
dolayı yumru haline gelmiş bir organ gibi. Böyle bir organı kessen veya
dağlasan hissetmediği gibi, başka acıları da duymaz. Münafıklara
gelince, onlar aslında istidat sahibidirler ve kavrayışları da hayatiyetini
korumaktadır, bu yüzden azabın acısını hissederler. Özellikle yalan ve
sonuçları gibi kendilerine arız olduktan sonra müzminleşen
hastalıklarından dolayı azapları daha da elem verici olur.💧
—————-
Bunlar, yeryüzünde fesat çıkarmaktan nehyedildikleri zaman, yani
süfli cihetten bozgun yapmaktan menedildiklerinde, nefisleri günah
kirleriyle kaplamak, fitne ve savaşlar çıkarmak, insanlar arasında kin ve
düşmanlık duygularını kışkırtmak gibi nefisleri ve onlara taalluk eden
maslahatları ifsat etmemeleri(=ifsad düzeni bozma, karışıklık çıkarma, karıştırma.) yönünde bir çağrıya muhatap
olduklarında, bunu inkâr ederler, üstelik nefislerinin ıslah ediciliğini
kanıtlamak için bin bir yola baş vururlar.💧Çünkü onlar ıslah ediciliği, iyi
bir geçim temin etmek, türlü geçim yollarını bulup kolaylaştırmak, dünya
işlerini özellikle kendi nefislerinin lehine düzenlemek şeklinde algılarlar.
Bunun sebebi, dünyaya sevgiyle bağlanmaları, bedeni lezzetlere
gömülmeleri, cüzi, basit menfaatleri aşamamaları, onların perdesinin
arkasında çakılı kalmaları, maddi hislerin lezzetine kapılıp külli genel
maslahatları, akli lezzetleri görememeleri, algılayamamalıdır. Onlar bu
şekilde maksatlarına kolaylıkla eriştiklerini, amaçlarını suhuletle(=Uhulet kelimesi, sessiz ve sakin, sakince anlamlarına gelmektedir. Suhulet kelimesi ise kolaylık, naziklik, yumuşaklık ya da uygun ortam anlamlarında kullanılmaktadır.) gerçekleştirdiklerini düşünürler,💧ama duyularla algılanan ifsat ediciliklerinin farkında olmazlar. Müslüman fakirlerin, gariblerin, baldırı
çıplak zavallıların inandığı gibi gerçek imana davet edildikleri zaman, bu
gibi insanları, gerçek zühtlerinden dolayı dünya kırıntılarını terk ettikleri,
dünya metaından, lezzetlerinden ve güzelliklerinden yüz çevirdikleri için
beyinsizlikle, ahmaklıkla suçlarlar. Çünkü kalplerinde hastalık olan bu
insanların en büyük hedefleri, heva ve heves bağının tutsağı, vehmin
hakimiyeti altında ve kendilerini alçaklığa doğru sürükleyen akıllarının
en uzak gayesi, en yüce maksadı işte bu lezzetlerdir. Sadece dünya
hayatının zahirini bilirler ve onların ahiretten haberleri yoktur. En büyük
beyinsizliğin, adi faniliği şerefli bekaya tercih etmek olduğunu bilmezler.
Bilinç ve bilgiden yoksun oldukları için bu iki olgu arasındaki farkı
algılayamazlar. Çünkü kendilerini aldatmalarının ve yeryüzünde fesat
çıkarmalarının etkisi somut bir gerçeklik kadar açıktır. Buna karşılık
beyinsizlikle hikmetlilik arasındaki farkı bilmeyi gerektiren ahiret
nimetlerini dünya nimetlerine tercih etmekse salt akli (istidlalle=Çıkarım ) bilinecek bir olgudur. ✅

Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. ﴾10﴿
Tefsir
Kalbi bozuk olan münafıklar, Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e ve müminlere çeşitli lutuflarını gördükçe, İslâm’ın adım adım tamamlanarak yerleştiğini müşahede ettikçe haset ve kinleri artmakta, bu da bozuk kalplerini daha bozuk hale getirmektedir. Ruh ve beden sağlığı bakımından kalp çok önemli bir organdır; o sağlıklı olunca bütün vücut sağlıklı olur. Kur’an dilinde kalp daha ziyade vicdan, iman ve ahlâkın merkezi mânasında kullanılmaktadır. Münafıklık, ikiyüzlülük bir ahlâksızlıktır; vicdanda, ahlâk merkezinde mevcut bir bozukluğun acı meyvesidir, nifak devam ettikçe bozukluk da nicelik ve nitelik yönünden artarak devam eder.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 80

Share this content:

Bir yanıt verin