Bu ifadede tasavvufi bir anlatım kullanılıyor ve “yüce makamı bulmuş olmanın” yani yüksek bir manevi mertebeye ulaşmanın üç işaretinden biri açıklanıyor.
İlk işaret olarak belirtilen “Kul, önce nefsinden geçecek” ifadesi, insanın kendi benliğinden, ego ve nefsinin isteklerinden vazgeçmesi gerektiğini anlatıyor.
- “Nefsi bilinmez bir şey olacak” kısmı, kişinin artık nefsine tabi olmaması, onun etkisinden kurtulması ve tamamen ilahi iradeye yönelmesini ifade eder. Nefs, kişinin arzuları, hırsları ve dünyevi bağlılıklarını temsil eder. Bu aşamada kişi, nefsinin varlığını hissetmez hale gelir, yani kendisini değil, Allah’ı düşünmeye başlar.
- “Fena bulacak ve Rabbi zuhur edecek” bölümü, tasavvufta “fenafillah” olarak bilinen bir mertebeye işaret eder. Fena, kişinin kendi varlığını Allah’ın varlığında eritmesi, tamamen O’na yönelmesi ve kendi benliğini aradan çıkarmasıdır. Rabbin zuhuru, insanın iç dünyasında artık kendi varlığı yerine Allah’ın varlığını, iradesini ve tecellisini hissetmeye başlaması anlamına gelir.
Bu anlayış Mevlana’nın “Sen bensin, ben de senim” ifadesiyle de örtüşür. Yani kul, Allah’a o kadar yakın olur ki kendi varlığını unutur ve sadece O’nun varlığını hisseder.
Bu ifadeler, tasavvufta en yüksek manevi mertebelerden biri olan **”Zat Makamı”**na ulaşma sürecini anlatıyor. Her biri derin anlamlar içeren üç aşamayı şu şekilde açıklayabiliriz:
b) Sonra Rabbi de geçecek… O da fena bulacak… Ve: Rububiyet sırrı zuhur edecek…
İlk aşamada kişi nefsinden geçerek (yani egosunu, arzularını yok ederek) Allah’ın tecellilerini idrak etmişti. Ancak burada bir adım daha ileri gidiliyor:
- “Rabbi de geçmek”, Allah’ın sadece sıfatları ve isimleriyle bilinmesini aşarak, O’nu zatıyla idrak etme aşamasına işaret eder.
- Bu noktada kişi, Allah’ı sadece “Rab” (terbiye eden, yöneten) olarak değil, her türlü sıfatın ötesinde bir hakikat olarak algılamaya başlar.
- “Rububiyet sırrı zuhur edecek” ifadesi, kişinin Allah’ın sadece yaratıcılığına (Rab’liğine) değil, mutlak ve sınırsız varlığına erişmesi anlamına gelir.
Burada bahsedilen, tasavvufta fenafillah mertebesinin ötesinde, bekabillah (Allah ile ebedi varoluş) mertebesine yöneliştir. Yani kişi Allah’ta yok olmuş ama aynı zamanda O’nunla baki kalmıştır.
c) Bundan sonra, sıfatlarla olan bağlantılar da kalmayacak… Çünkü: Her şey bitmiş; yüce zatla hakikat bulunmuştur…
Bu aşama tasavvufta en yüksek bilinç düzeyi olarak kabul edilir:
- Kişi artık Allah’ın sıfatlarını da geçerek, O’nun zatına yönelir.
- Allah’ın merhameti, kudreti, ilmi gibi sıfatları ile meşgul olmak yerine, doğrudan mutlak varlığı (Zat-ı İlahi) idrak edilir.
- “Her şey bitmiş” ifadesi, kişinin artık hem kendisini hem de her türlü bağı, algıyı, ayrımı aşarak mutlak hakikate ulaşmasını ifade eder.
Tasavvufta bu mertebe, “Fenafillah” (Allah’ta yok olma) ve “Bekabillah” (Allah ile var olma) aşamalarından sonra gelir ve “Zat Makamı” olarak adlandırılır.
Sonuç: Zatı Anlamak Sana Nasip Olur…
Burada anlatılan süreç, kişinin Allah’ı yalnızca bir varlık olarak değil, her şeyin ötesinde, mutlak hakikat olarak idrak etmesini anlatır. Ancak bu üç aşama tamamlandıktan sonra, Zat bilgisi nasip olur.
Bu tür ifadeler, vahdet-i vücud (varlığın birliği) anlayışına dayanır ve özellikle İbn Arabi, Mevlana, Hallac-ı Mansur gibi büyük mutasavvıfların düşüncelerine benzer.
Sonuç olarak:
- Önce nefsin yok olması gerekir.
- Sonra Allah’ı sıfatlarıyla tanımak yerine zatıyla idrak etmek gerekir.
- En sonunda tüm sıfatlar dahi ortadan kalkar ve mutlak hakikat (Allah’ın zatı) idrak edilir.
Bu seviyeye ulaşan kişi artık Allah’ın varlığı dışında hiçbir şey görmez ve gerçek anlamda “hakikati bulan” kişi olur.