Bir kısım insanlar da mucizeler nazariyesine sarılarak, genellikle aklın ve ilmin konusuna giren kesin gerçekleri inkâr etmeye ve görmezlikten gelmeye çalışmışlardır. Bunların birincisi ifrat, ikincisi ise tefrittir.
Bu ifadede, ifrat (aşırılık) ve tefrit (ihmal veya yetersizlik) kavramları kullanılarak, iki farklı düşünce ve yaklaşımdaki denge sorunu vurgulanmaktadır. Bu terimler, İslam felsefesi ve ahlakında bir şeyin dengeli bir şekilde ele alınması gerektiğini, aşırılığa ya da yetersizliğe düşmenin sakıncalı olduğunu belirtmek için sıkça kullanılır. Bu kavramları ve cümledeki bağlamını açıklamak için daha ayrıntılı bir inceleme yapabiliriz:
1. Mucizeler Nazariyesine Sarılanlar (İfrat – Aşırılık)
- Mucizeler, İslam inancında peygamberlerin Allah tarafından verilen olağanüstü yeteneklerle gerçekleştirdiği, doğa kanunlarının ötesinde gerçekleşen olaylar olarak tanımlanır. Mucizeler, peygamberlerin haklılığını ve Allah’ın kudretini gösteren işaretlerdir.
- Ancak burada ifade edilen kesim, mucizelere aşırı bir biçimde tutunarak mucizeleri hayatlarının, inançlarının ve düşünce yapılarının merkezine koyarlar ve onları her şeyin ötesinde kabul ederler. Bu kişilere göre, mucizeler, bütün gerçekleri ve bilimsel açıklamaları gölgede bırakabilecek, mantık ve bilimle çelişen her şeyi kabul edilebilir hale getiren mutlak bir otorite gibi kabul edilir.
- Bu durumda, aklın ve bilimin sunduğu kesin gerçekler ve mantıksal çıkarımlar bir kenara bırakılır ve sadece mucizevi anlatılara dayanan bir inanç sistemi benimsenir. Bu, ifrat yani aşırılık olarak tanımlanır, çünkü bu durumda inanç, akıl ve bilimle dengelenmez ve sadece mucizelere dayalı bir yaklaşım sergilenir. Aşırılık, dengeyi bozar ve hakikatin diğer boyutlarını ihmal ederek tek bir yöne saplanır.
2. Aklın ve Bilimin Kesin Gerçeklerini İnkâr Edenler (Tefrit – Yetersizlik)
- Bu grupta yer alanlar ise tefrit, yani eksiklik veya yetersizlik yoluna düşer. Bu kişiler, akıl ve bilimin sunduğu kesin gerçekleri her şeyin merkezine koyar ve mucizevi olayları tamamen reddederler. Onlara göre, sadece bilimsel ve mantıksal olan gerçekler kabul edilebilir; mucizeler gibi doğa üstü olaylar, akla ve bilime aykırı olduğu gerekçesiyle inkâr edilir.
- Bu bakış açısı, bilimin ve mantığın gücünü abartarak, herhangi bir ilahi veya metafizik olguyu tamamen reddetmek anlamına gelir. Böyle bir yaklaşımda, mucizelerin ve dinî öğretilerin sunduğu manevi boyut ihmal edilir ve bilimsel gerçeklerle sınırlı, materyalist bir dünya görüşü benimsenir.
3. İfrat ve Tefrit Arasındaki Denge
- İslam düşüncesi ve genel olarak sağlıklı bir felsefi yaklaşım, dengeyi (vasat) savunur. İfrat ve tefrit, dengeden sapmanın iki zıt ucu olarak değerlendirilir. Bu bağlamda, bir yandan akıl ve bilimi tamamen yok sayıp sadece mucizelere dayanan bir inanç geliştirmek aşırılıktır (ifrat); diğer yandan mucizeleri inkâr ederek, sadece akla ve bilime dayalı bir dünya görüşü benimsemek ise yetersizlik (tefrit) olarak değerlendirilir.
- Sağlıklı bir bakış açısı, mucizelerin Allah’ın kudreti ve peygamberlerin doğruluğunu gösteren işaretler olduğunun bilincinde olarak, aynı zamanda aklın ve bilimin rehberliğini de önemser. Yani, akıl ve vahiy arasında dengeli bir ilişki kurulmalıdır. İlim ve akıl, Allah’ın yarattığı düzeni anlama ve keşfetme aracıdır, ancak ilahi mucizeler de manevi hakikati yansıtan bir gerçeklik boyutudur.
4. Özetle:
- İfrat: Mucizelere aşırı bir şekilde bağlı kalıp, akıl ve bilimin sunduğu gerçekleri yok saymak, her şeyin mucizelerle açıklanabileceğine inanmak.
- Tefrit: Akıl ve bilimi yegâne ölçüt kabul edip, mucizeleri ve manevi gerçekleri reddetmek.
- Bu iki uç arasında denge kurmak, yani hem ilmin rehberliğine değer vermek hem de mucizelerin manevi boyutunu kabul etmek, tasavvufi ve felsefi düşüncede önerilen sağlıklı yaklaşımdır. Bu denge, hakikati daha derinlemesine anlamamıza ve hayatı daha dengeli bir şekilde yaşamamıza olanak sağlar.