Bakara Sûresi (5)
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥﴾
Meal
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır. (5)
https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-1/bakara-suresi-2/ayet-5/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1
Açık Kuran ;
Elmalı Hamdi Açıklaması ;
1 ulaike işte onlar
2 ala üzeredirler
3 huden bir hidayet هدي
4 min -nden
5 rabbihim Rableri- ربب
6 ve ulaike ve işte
7 humu onlardır
8 l-muflihune umduklarına erenler
Onlar, Rabb’lerinden bir hidayet üzerindedirler. Kurtuluşa erenler onlardır.
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Ulaike ala huden min rabbihim ve ulaike humul muflihun.
Bunlar işte Rablerinden bir hidayet üzerindedir ve bunlar işte o murada eren kurtulmuşlar.
https://acikkuran.com/2/5
https://mealler.org/SureveAyetler.aspx?sureid=002&ayet=005
https://www.kuranmeali.net/bakara-suresi-5.ayet.htm
https://www.kuranmeali.com/Elfaz.php?sure=2&ayet=5
https://quran.com/tr/2?startingVerse=5
5- kelimesi “işaret ismi” çoğul, “zâ”nın çoğulu, ” ” hitap harfidir ki ” ” gibi önce Peygamber’e has hitap, ikinci olarak genel hitap olabilir. Meâli: “Sana söylerim bunlar, o gördüklerin, o vasıflarını işittiklerin” demektir. Yani, ya Muhammed! Böyle kalbe ait olan ve sadece görünene bağlanmayıp aklın anlayabileceklerine dahi topluca iman ve tasdik ettiği bedenî ve malî ibadetleri yerine getirmekle, duyma yolundan başka imkan olmayan hususlara da genişçe, detaylarıyle iman etmek ve edebilmek kabiliyet ve üstünlüklerini toplayan o müttakîleri işittin ya, işte bunlar kendilerinin Rabbi tarafından, onların tek Rabbi olan Allah Teâlâ tarafından hidayet (doğru yol) üzeredirler. Yani onun hidayetine aday ve o hidayet üzere yürüyecek olan ve yürümekte bulunanlar, derecelerine göre onlardır. Doğru yola uymayı bunlar dinler, derece derece doğruyu yapmaya bunlar erer. “Bizi doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/6) diyecek olan veya diyenler bunlardır. Bunun sözlü ve fiilî cevabını alacak ve doğru yolda yürümede başarılı olacak olanlar yine bunlardır.
Ve işte herkesin fikrinde ve zikrinde “müflihûn müflihûn” diye duyup andıkları ve fakat tayin edemedikleri bahtiyarlar, ciddi ve ebedî olarak kurtuluşu bulanlar, bulacak olanlar, gazab ve sapıklıktan kurtulmuş olarak Allah’ın ebedî nimetlerine erecekleri kat’î olanlar, ancak bunlar, bu hidayet üzere bulunanlardır. Allah Peygamber tanımıyanlar değil, yalnız önceki peygamberlere iman etmiş olanlar da değildir. İman edip beden ile ve mal ile ibadet ve güzel işler yapmayanların halleri de tehlikeden uzak değildir. Bunların kurtuluşları mümkün olsa bile tam ve kâmil değildir. Madem ki, imanları vardır, ilahî rahmet ile kurtuluşları kâbil ise de olağanüstü kabilindendir, Allah’ın sünneti değildir. Bununla beraber onlar hakkında imansızlar gibi sonsuz ümitsizlik de caiz olmaz. Zira Allah katında imanın zerresi de kaybolmaz.
“Müflih”, “iflah”dan “felah bulan, kurtulan” demektir. “Felah” aslında “felâhat” gibi “yarmak” mânâsıyle ilgilidir ki, önündeki engeli yarıp, kendini kurtarmak ve istediğine ermek yani zafer bulmaktır. Müminler de dünya ve tabiat ve şehvet engellerini yarıp, gaybda gizlenen dileklerine eren ve ahirette sonsuz kurtuluşa erenler olacaktır. Arap dilinde böyle haber “elif lâm” ile “belirli” olursa “tahsis” ifade eder. Burada “hüm = onlar” zamir-i fasıl (ayırma zamiri) denilen bir kelimedir ki, haber ile mübtedâ arasını sıfattan ayırır. Mühim bir hüküm bağlayıcısıdır. Bundan da bir kasır (tahsis) anlaşılır. Açıkladığımız mânâ bu tahsislerle tarifin mânâsıdır. Benzerlerinde uygulansın. Bu gibi tariflerde iki çeşit anlam düşünülür. Birisi: Öteden beri “müflihûn” vasfıyla şöhret bulmuş birtakım belirsiz kişiler vardır, bunları duyarsınız, fakat tayin edemezsiniz. Eğer duydunuzsa, işte bunlar ancak o müttakilerdir. İkincisi: Eğer duymadınızsa, bu kavramı iyi tasavvur ediniz ve gerçeğini araştırınız ve araştırdığınız zaman biliniz ki bunlar ancak onlardır, demek olur. ‘nin tekrarı, hidayet ile felahın ayrı ayrı birer haslet olduklarına işarettir. Aradaki atf (bağlaman)ın “vav” ile yapılması da hidayet ile felahın anlayış ve maksat bakımından ayrılıklarına işarettir diyorlar. Bununla beraber birinci o imanları yapan müttakilere, ikinci de sınırlamasından sonra onlara dönmüş olması ve bundan dolayı mânâ bakımından tekrar bulunmaması daha uygundur. Görülüyor ki, hidayetin müttakilere tahsisi yoktur ve fakat felahın hidayettekilere tahsisi vardır ve bu nokta mühimdir. Düşün. Sonra felâhın hidayete, hidayetin takva (Allah’dan çok korkma)ya ait olması da illiyet (nedensellik) yoluyla değil, âdet yoluyla sürdüğüne ve gerçekten hükmünü yürüten Allah Teâlâ’nın lütuf ve rahmeti olduğuna işaret için arada harfi gibi sebeb ifade eden bir harf geçmemiştir.
Kur’ân işte derece derece bu müttakilere hidayettir. Acaba burada niçin “hüden li’n-nâs = insanlar için” denilmedi de “hüden li’l-müttakin = müttakiler için” denildi? diyeceksin.
Tevilat açıklaması
“Kendilerine verdiğimiz mallardan infak ederler.” Kalpleri cömertlik ve eli açıklık yoluyla ihtiyaç fazlası malları terk etmeyi alışkanlık haline getirsin diye. İhtiyaç fazlası malların harcanması da zorunluluğu olmayan yemek yedirme, hibe etme ve sadaka verme şeklinde olur. Böylece nefsin cimriliğinden kurtulmuş olurlar. İhtiyaç fazlası malın infak edilmesi, ifadenin orijinalinde bütünden parça (baziyet) anlamını içeren “min” harfi cerrinin kullanılması suretiyle “bir kısım” olmakla kayıtlandırılmıştır. Bu da mal harcanırken savurganlığın veya zaruri ihtiyaçlar için gerekli olan kısmın düşüncesizce dağıtılması durumuna düşülmesini engellemek içindir. Böylece cömertliğin ölçüsüz ve aşırı olanı haram kılınıyor ki, bu Allah’ın ahlakıyla ahlaklanma kapsamına giren bir uyarıdır.
“Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.”
Burada kastedilen iman, tahkiki imandır ki, kalbi amelleri gerektiren üç kısım imanı da kapsar. Bu kalbin bezenmesidir. Yani ilahi kitaplarda indirilen hüküm ve irfanı, yeniden diriliş hallerine ve ahiret hadiselerin taalluk eden bilgileri, kutsi ilim hakikâtlerini özümsemesidir. Bu yüzden “ahiret gününe de kesinkes inanırlar.” Ahiret ehli, tezkiye sınırını aşmadıkları için henüz onun bir sonucu ve mirası konumunda olan bezenme makamına ulaşmayan kimselerdir. Çünkü Allah Rasulu (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim bildiğiyle amel ederse, Allah onu bilmediği ilimleri bilmeye varis kılar.” Allah ehli olanlar ise, kesin inanca sahiptirler ve bu özelliklerin tümü onlarda toplanmıştır. Bu yüzden Rablerinden bir hidayet üzeredirler. Rablerinin bu hidayeti onları ya kendisine ya da yurduna, yani Daru’s selama (cennet), fazilete, sevap ve lütfa iletir. Onlar başka değil, sadece kurtuluş ehlidirler; bir cezadan veya bir perdeden dolayı. Bu yüzden “işte onlar..” şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Yani arınma ve bezenme gibi sözü edilen sıfatlara sahip olanlar “Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” Kurtuluşa ermeleri, Rablerinden gelen bir hidayet üzere olmalarından kaynaklanıyor. Buna göre ilk “iman edenler” ifadesi gramatik açıdan müpteda, ikinci “iman edenler” ifadesi ona matuf, “işte onlar..” ifadesi de müptedanın haberidir. Eğer “muttakiler” ifadesinin sıfatı kabul edilse, bu takdirde onlardan maksat, hidayetten sonra takvada kemale eren kimseler olur. Dolayısıyla, bir şeyin önünde sonunda varacağı bir halle önceden isimlendirilmesi anlamında mecaz sayılır.
MÜPTEDÂ – MÜBTEDÂ
Başlangıç, baş taraf. 2. dilb. İsim cümlelerinde fâil durumunda bulunan kelime veya kelime öbeği, müsnedün-ileyh: “İlim faydalıdır.” “Başkalarına yardım etmek insanlık gereğidir.” ѻ Mübtedâ-bih: Kendisiyle başlanılan, başlangıç yapılan.
matuf
1.
bir yöne eğilmiş.
2.
atfedilmiş, yöneltilmiş.
Bu metinde, iman edenlerin kurtuluşa ermiş olmaları, Allah’tan gelen bir hidayet sayesinde gerçekleştiği vurgulanmaktadır. Gramer açısından bakıldığında, “ilk iman edenler” ifadesi müpteda (cümledeki asıl özne) olarak tanımlanmış, ikinci “iman edenler” ifadesi bu müptedaya matuf (ona bağlanan) bir nitelikte, “işte onlar…” ifadesi de müptedanın haberi (ona dair bilgi veren kısım) olarak işlev görmektedir. Eğer “muttakiler” sıfat kabul edilirse, burada anlatılan kimseler, hidayetten sonra takvaya (Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve sakınma hali) erişen kişileri ifade eder. Bu durumda, bir durumun nihai hale ulaştığında alacağı bir isimle önceden anılması mecaz olarak kabul edilebilir.
Bu mecaz anlayışı, kişinin ulaşacağı kemal seviyesini önceden isimlendirerek daha derin bir anlam katmaktadır. Yani burada, kişinin imanla başlayan yolculuğunun hidayet ve takva ile nihai kurtuluşa ulaştığına dair bir perspektif sunulmaktadır.
Diyanet Tefsiri
İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır. ﴾5﴿
Tefsir
Allah Teâlâ’dan vahiy yoluyla geldiğinde ve takvâ sahipleri için doğru yolun kılavuzu olduğunda şüphe bulunmayan Kur’an-ı Kerîm’i kendilerine rehber edinen müttakilerin (âyet ve hadislerde açıklanan iman, ibadet ve ahlâk yolunu benimseyenlerin, yaşayanların) doğru yolda olmaları mantık gereği ve tabiidir. “Rablerinden gelen doğru yol üzerinde olanlar ancak onlardır” cümlesi bu tabii ve mantıkî sonucu açıklamakta ve teyit etmektedir. Her yolun ulaştığı bir son, bir menzil, bir hedef vardır; burası yolu takip edenlerin ulaşmak istedikleri yerdir, yolu seçenler buraya ulaşmak için seçmişlerdir. Dünyada her bir yolun, oradan gideni nereye götüreceği bellidir, bilenlerden sorulur, öğrenilir ve yol takip edilerek istenilen yere ulaşılır.Fert ve topluluklar olarak davranışlarımızın, yapıp ettiklerimizin ne sonuç vereceği, bizi nereye götüreceği, hem geçici hem de ebedî âlemde bize neleri kazandırıp neleri de kaybettireceği konusunu bilmek için yalnızca insanî bilgi kaynakları yeterli değildir. Bu sebepledir ki, girilen yollar çok kere çıkmaz olmuş, iyi sanılıp umulan sonuçlar elde edilememiş, elde edilenlerin iyi olmadığı anlaşılmış, fertler ve gruplar mutsuz olmuş; sıkıntılar, krizler, olumsuzluklar birbirini kovalamıştır. İnsanın Allah, kâinat ve diğer insanlarla ilişkisinde tutacağı doğru yol –dinin rehberliğinin dışlandığı durumların çoğunda– bulunamamıştır, bulunamayacaktır. ⛵️Yalnız takvâ sahiplerinin bu yolda olduklarını bildiren âyet işte bu gerçeği dile getirmektedir. Yol doğru seçilmişse ve insanlar o yolda usulünce yürüyorlarsa hedefe ulaşılacaktır, bu hususta şüpheye yer yoktur. Dünya hayatı bir yolculuk olarak düşünülürse yolcunun amacı mutluluktur; korktuklarından kurtulup umduklarına nâil olmaktır. İşte kurtuluş budur, zafer ve felâh buna denir. İslâm, her gün beş kere ezanda “haydin felâha!” diyerek insanları kurtuluşa, iki cihan saadetine çağırmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’i rehber edinenlerin buna erişecekleri müjdesini ise birçok benzeri gibi konumuz olan âyet de en güçlü üslûpla açıklamaktadır: “Kurtuluşa erenler ancak onlardır.”
Bakara sûresinin bu ilk beş âyetinin hüküm ve mâna bakımından büyük önemi yanında, hadislerde mânevî özellik ve şifa hususiyetlerinin bulunduğu da bildirilmiştir (meselâ bk. Dârimî, “Fezâilü’l-Kurân”, 13-15).