Sıfat-ı fazıliye: İnsanla bağlantılıdır; ama ondan ayrı da olabilir. Mesela: Kerem sahibi olmak, iyilik etmek vb. vasıflar… Yani, bu vasıfların bazıları kendi varlığında mevcut, kendinde kalan sıfatlar. Bazıları da karşıya geçen sıfatlar, onu anlatmak istiyor. İkram ediyorsun; senin sıfatın kerem sahibi. Ama sende kalmıyor, dışarıyla da bağlantılı oluyor.
Burada “sıfat-ı fazıliye” kavramıyla anlatılan, insanın sahip olduğu erdemler ya da ahlaki niteliklerdir. Bu tür sıfatlar insanın iç dünyasında bulunan, kendiliğinden sahip olduğu özellikler olmakla birlikte, bu özelliklerin dışarıya yansıyan bir yönü de vardır. Tasavvufta, bu sıfatların iki boyutu olduğu anlatılmak isteniyor: kişinin kendi iç dünyasında var olan ve kendinde kalan sıfatlar ile dışarıya yansıyan ve başkalarıyla etkileşim içinde ortaya çıkan sıfatlar.
Örneğin, “kerem sahibi” yani cömert olmak, kişinin kendi içinde var olan bir sıfattır. Ancak bu cömertlik, somut bir eylemle dışa vurulmadıkça sadece içsel bir özellik olarak kalır. Kişi, başkalarına iyilik yapmaya, ikram etmeye başladığında ise bu sıfat, çevresine de etki eden bir davranışa dönüşür. Bu durumda, “kerem sahibi” olma niteliği sadece kişinin kendisiyle sınırlı kalmaz; dış dünyaya, başkalarına da yansır ve onlarla bağlantılı hale gelir. Böylece, sıfat kişinin içinde var olan bir nitelik iken, eyleme dönüştüğünde sosyal bir boyut kazanır ve başkaları tarafından hissedilir, yaşanır hale gelir.
Kısacası, burada anlatılan şey, bazı sıfatların sadece bireyin kendinde var olan, kendi iç dünyasında saklı kalan özellikler olduğu, bazılarının ise başkalarıyla etkileşim halinde anlam ve değer kazandığıdır. İyilik, cömertlik, şefkat gibi sıfatlar sadece bireyin kendisi için değil, başkalarına ulaşan, topluma yansıyan yönleriyle de tamamlanır.