Tasavvufta “öz” kavramı, insanın en derin varlığına, ilahi hakikatle olan bağlantısına ve hakiki benliğine işaret eder. Öz, insanın yaratılış amacı, evrensel hakikate olan yakınlığı ve kişinin varoluşunun kaynağı olarak görülür. Bu bağlamda, öz, insanın geçici, dünyevi kimliğinin ötesinde, her türlü dış etkiden bağımsız olan ilahi bir hakikati temsil eder. İnsanın özüne dönmesi, aslında Yaratıcı ile olan bağını yeniden fark etmesi, kendi ruhsal yolculuğunu tamamlaması ve gerçek kimliğini keşfetmesi anlamına gelir.
Tasavvufta insanın öze yönelmesi, onu dünyevi arzular, nefsi istekler ve sahte kimliklerden arındırarak kendi saf varlığına ulaşmasıdır. Bu öz, tasavvufi yolda “fena” ve “beka” gibi kavramlarla ifade edilen aşamalardan geçerek ilahi hakikate erişme çabası içinde kendini bulur. Fena, kişinin egosunu, dünyevi kimliğini eritmesi; beka ise özde kalıcı ve hakiki olan ilahi varlıkta süreklilik bulması anlamına gelir.
Tasavvufun nihai hedefi, kişinin kendi özüne dönerek varlığının kökünü, yani Allah’ın sıfatlarını yansıtacak bir hale gelmesi; dolayısıyla “gerçek benliğine” ulaşmasıdır. Öz, bu bağlamda, bireyin sadece kendisiyle değil, tüm varoluşla ve Yaratıcı ile derin bir bağ kurmasını sağlayan ilahi merkez olarak tasavvur edilir.