Râgıb el-İsfehânî’nin el-Müfredât fî Garîbi’l Kur’ân eserinde;
K-f-r – ك ف ر
Sözlükte كُفْر , bir şeyi örtmek anlamına gelir. Gecenin كَافِر diye nitelendirilmesinin nedeni ise, şahısları örtme/gizleme özelliğindendir. Çiftçiye كَافِر denmesinin nedeni ise, onun tohumu toprağa gizlemesinden/gömmesindendir. Kimi dilciler, aşağıdaki şiiri delil göstererek bunların isim olduklarını söyleseler de, aslında gece ve çiftçinin birer adı değildir. Bu şiir şöyledir:
أَلْقَتْ ذُكَاءُ يَمِينِهَا فِي كَافِرِ …-387
387- Güneş, sağ elini bir gecenin içine attı.
كَافُور kâfûr ise, ağaçta meyvenin üzerini örten kabuk/kapçık demektir. Bu anlamda Şair şöyle der:
كَالْكَرْمِ إِذْ نَادَى مِنَ اْلكَافُورِ -388
388- Henüz kapçıktan çıkmış üzüm gibi.
كُفْرُ النِّعْمَةِ وكُفْرَانُهَا Nimetin küfrü veya küfrânı ise, ona karşı şükretmeyi terk ederek varlığını inkâr edip gizlemektir. Allah buyurur ki: فَلاَ كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ emeği inkâr edilmeyecektir. (21/Enbiyâ 94).
Küfrün en büyüğü: Allah’ın birliğini ve Şerîatı veya Peygamberliği inkâr etmektir.
كُفْرَانküfran daha çok nimeti inkâr etmek, nankörlük yapmakta kullanılırken, كُفْر küfr ise, daha din konusunda kullanılır. كُفُور formuna gelince, bu her ikisi için de kullanılır.
وَجَعَلَ لَهُمْ أَجَلاً لاَ رَيْبَ فِيهِ فَأَبَى الظَّالِمُونَ إِلاَّ كُفُورًا Allah onlar için şüphe edilmeyen bir vâde takdir etmiştir, fakat zalimler, inkârlarında yine de ısrar ederler (17/İsrâ 99); فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إلاَّ كُفُورًا İnsanların çoğu, kâfirlikten başkasını reddettiler (25/Furkân 50).
Hem كُفْر küfr hem de كُفْرَان küfrân kelimelerinin taşıdığı mana hakkında كَفَرَ kâfir oldu, فَهُوَ كَافِرٌ o kâfirdir, denmektedir. Allah buyurur ki: هَذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي لِيَبْلُوَنِي أَأَشْكُرُ أَمْ أَكْفُرُ وَمَنْ شَكَرَ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ رَبِّي غَنِيٌّ كَرِيمٌ Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfündendir, dedi. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir (27/Neml 40); فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ O hâlde beni anın, ben de sizi anayım; bana şükredin de nankörlük etmeyin (2/Bakara 152).
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنْتَ مِنَ الْكَافِرِينَ Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin! (26/Şuarâ 19) âyetine gelince, bu, sen özellikle bana karşı nankörlük etmenin yolunu aradın, demektir.
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ Ve hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir (14/İbrâhîm 7).
كُفْرَان /küfran, nimetin inkârını gerektirdiğinden onun yerine kullanılabilmektedir. Allah buyurur ki: وَلاَ تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ O’nu, inkâr edenlerin ilki siz olmayın (2/Bakara 41). Bu âyette geçen كَافِرٍ kelimesi, inkâr eden ve gizleyen demektir.
Mutlak anlamda kullanılan كَافِر kâfir kavramı ise, Allah’ın birliğini veya Peygamberliği veya Şerîatı ya da her üçünü inkâr eden kişi anlamında kullanılması yaygındır. Kimi zaman, Şerîatı çiğneyen ve Ona karşılık Allah’a yapması gereken şükrü terk eden kişinin bu işini tanımlamada da كَفَرَ fiili kullanılır. Bu anlamda Allah buyurur ki: مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ Kim kâfir olursa küfrü kendi aleyhinedir (30/Rûm 44). Bunun böyle olduğunu gösteren de, âyetin devamında yer alan kısmın bu eylemin karşısına konmuş olmasıdır: وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ Kim de salih bir amel işlerse, kendi nefisleri için hazırlık yapmış olurlar. Şu âyette de buna işaret etmektedir: وَأَكْثَرُهُمُ اْلكَافِرُونَ Onların çoğu ise kâfirdir (16/Nahl 83).
وَلاَ تَكُونُوا أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ O’nu, inkâr edenlerin ilki siz olmayın (2/Bakara 41) âyetinde vurgulanan nokta şudur: Kâfirliğe önderlik yapmayın ki, insanlar size uymasınlar.
وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ اْلفَاسِقُونَ Kim de bundan sonra kâfir olursa, onlar fasıkların ta kendileridir (24/Nûr 55) âyetinde geçen kâfirlik eden ise, Hakkı gizleyendir. Bu nedenle onu fasık [Dinin ilkeleri dışına çıkan, çiğneyen] saymıştır.
Çok iyi bilinmektedir ki, mutlak anlamda كُفْر (kâfirlik), فِسْق (fasıklık) kavramından daha geniş kapsamlıdır. Bunun da anlamı şudur ki: Kim, Allah’ın hakkını inkâr ederse, bu işlediği zulüm ile, Rabbinin emri dışına çıkmış olur.
Yüce Allah, her mahmûd/iyi görülen ameli imandan saydığından, her mezmûm/yerilen işi de kâfirlikten saymıştır. Sihir/büyü hakkında buyurmuştur ki: وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّيَاطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ …. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlardı (2/Bakara 102). Bu konudaki iki âyet de: الَّذِينَ يَأْكُلُونَ الرِّبَا Riba (faiz) yiyen kimseler, (2/Bakara 275) diye başlar يَمْحَقُ اللَّهُ الرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللَّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günâhta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez (2/Bakara 276) diye sona erer. وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَنْ كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ Ona bir yol bulabilenlerin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir (3/Âl-i İmrân 97).
كَفُورsözcüğü ise, nankörlükte aşırı gidendir. وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِهِ جُزْءًا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ Buna rağmen insanlar, Allah’ın kullarından bir kısmını O’nun bir parçası saydılar. Gerçekten de insan apaçık bir nankördür (43/Zuhruf 15); ذَلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُوا وَهَلْ نُجَازِي إِلاَّ اْلكَفُورَ Bu, böyledir, biz onları kâfirlik yapmalarından dolayı cezalandırdık; zaten biz gerçekten nankör olandan başkasını cezalandırmayız (Sebe’ 17).
Eğer dense ki, neden burada insan كَفُور çok nankör diye nitelendirilmiş ve bununla da yetinilmeyerek pekiştirmek için hem إِنَّ hem de lam harfi getirilmiş, başka bir yerde ise, وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ sizi kâfirlik, fasıklık ve isyandan tiksindirmiştir (49/Hucurât 7) şeklinde dile getirilmiştir?
[Cevap]: Çünkü, إِنَّ الْإِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُبِينٌ Gerçekten de insan apaçık bir nankördür (43/Zuhruf 15) âyeti, insanın içinde barındırdığı nimete karşı nankörlük ve şükrünü eda ettiği nimetlerin azlığına dikkat çekmektedir. İşte aynı bu nosyonu: قُتِلَ الْإِنْسَانُ مَا أَكْفَرَهُ O kahrolası insan, ne nankör şey (80/Abese 17) âyeti de işlemektedir. Bu nedenle şöyle de buyurmuştur: اعْمَلُوا آَلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ Çalışın ey Davud âilesi, şükür için çalışın; ama kullarım içinde şükreden azdır (34/Sebe’ 13).
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör (76/İnsan 3) âyeti ise, Yüce Allah’ın insana iki yol öğrettiğine dikkat çekmektedir. Bu hakikat, وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ Ona iki yolu gösterdik (90/Beled 10) âyetinde de dile getirilmiştir. Bundan sonra bazıları şükür yolunu, bazıları ise, nankörlük yolunu tutmuşlardır.
وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür (17/İsrâ 27) âyetinde geçen كَفُورًا sözcüğü ise, kâfirlik manasını taşımaktadır. Bunu, âyetin içinde yer alan كَانَ oldu, fiili desteklemektedir. Buna göre şeytan, baştan beri kâfirlik üzere yoğrulmuş, onunla bütünleşmiş bir kişiydi.
أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ (Allah iki meleğe buyurur ki: ) Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü! (50/Kâf 24); وَاللَّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ Allah günâhta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez (2/Bakara 276); إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ Şüphesiz Allah yalancı nankör kimseleri hidâyete erdirmez (39/Zümer 3); وَلاَ يَلِدُوا إِلاَّ فَاجِرًا كَفَّارً sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar (71/Nûh 27) âyeti baz alınarak, كَفَّار sözcüğünün, كَفُور kelimesinden daha derin anlamlı olduğu söylenebilir.
إِنَّ الْإِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür (14/İbrâhîm 34) âyetinde ise, كَفَّارٌ kelimesi, كَفُور yerine kullanılmıştır.
كُفَّار formu ise, daha çok, imanın zıddı olan bir yolu seçen kişi anlamındakiكَافِر kelimesinin çoğulu olarak kullanılmaktadır. Yüce Allah’ın şu sözlerinde olduğu gibi. Âyet: وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler, diye başlar ve devamında لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ kâfirleri öfkelendirmek için der (48/Fetih 29).
كَفَرَة formu ise, daha çok, nimete karşı nankörlük eden manasındaki كَافِر kelimesinin çoğulu olarak kullanılır. Bunun bir misali, أُولَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ İşte onlardır kâfirler, haktan sapanlar (80/Abese 42) âyetidir. Çünkü, burada الْكَفَرَةُ kâfirler kelimesi, الْفَجَرَةُ günâhkârlar sıfatıyla nitelendirilmiştir. Bu الْفَجَرَةُ kelimesi, kimi zaman Müslümanlardan olan فُسَّاق (fasıklar) için de kullanılmaktadır.
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ hakkı inkâr edilene bir mükâfât olmak üzere (54/Kamer 14) yani, peygamberlerden ve onların yolunda gidenlerden olup Allah konusunda insanlara gönülden uyarılarda bulunduğu hâlde, sözleri dinlenmemiş kendisine karşı nankörlük edilmiş kişiler.
Bir görüşe göre ise, bunlar, إِنَّ الَّذِينَ آَمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ آَمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا İman edip sonra inkâr eden, sonra iman edip tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenleri (4/Nisâ 137) âyetine gelince, deniyor ki: Bunlar, Hz. Musa’ya iman ettikleri hâlde, ondan sonra gelenlere karşı inkâr yolunu seçen kişilerdir. Hıristiyanlar ise, Hz. İsa’ya iman ettiler ama ondan sonra gönderilen peygamberlere karşı çıktılar.
Kimileri ise, der ki: Bunlar, önce Hz. Musa’ya iman edip, sonra onu inkâr edenlerdir; çünkü, ondan başka gönderilen hiçbir peygambere inanmamışlardır.
Bunlar, وَقَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آَمِنُوا بِالَّذِي أُنْزِلَ عَلَى الَّذِينَ آَمَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُوا آَخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ Kitap ehlinden bir grup: Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar da dönerler, dedi (3/Âl-i İmrân 72) âyetinde sözü edilen kimselerdir, diyenler de vardır. Şu kadar var ki, onların iki kere iman ettikleri ve iki kare kâfir olduklarına dair herhangi bir kayıt yoktur. Daha doğrusu bu, pek çok duruma işaret eden bir ifâdedir.
Bir başka görüş ise, şöyledir: İnsan nasıl, fezâilin her birinde üç basamak içinde yükselirse, rezâilde de üç basamak içinde alçalır. İşte bu âyet de bu söz konusu derecelere işaret etmektedir. –Ben bu dereceleri اَلذَّرِيعَةُ إِلَى مَكَارِمِ الشَّرِيعَةِ adını taşıyan kitabımda açıkladım-
Kâfirliği inanç hâline getiren adama كَفَرَ فُلاَنٌ falan kâfir oldu, denir. İnanmadığı hâlde kâfir olduğunu açığa vurana da aynı şekilde كَفَرَ فُلاَنٌ denir. Onun için Allah buyurur ki: مَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِاْلإِيمَانِ وَلَكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا Kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederse -Kalbi iman ile sükûnet bulduğu hâlde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında- ve küfre kalbini açarsa (16/Nahl 106).
كَفَرَ فُلاَنٌ بِالشَّيْطَانِ Falan, şeytanla kâfir oldu, denir ki, yani, şeytan sebebiyle kâfir oldu. Aynı zamanda iman eden ve şeytana muhâlefet eden kişi için de, كَفَرَ فُلاَنٌ بِالشَّيْطَانِ falan şeytanı kâfir etti denmektedir. Tıpkı, Yüce Allah’ın: فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لاَ انْفِصَامَ لَهَا Artık her kim tâğutu inkâr edip, Allah’a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmış olur ki, o hiçbir zaman kopmaz (2/Bakara 256).
أَكْفَرَهُ إِكْفَارًا fiili ise, bir kişinin kâfirliğine hükmetmek/karar vermek anlamını taşır.
Bazen, teberri etmek/uzaklaşmak da, كُفْر kavramıyla ifâde edilir. Meselâ: ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا Sonra kıyamet günü (geldiğinde) ise, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir (29/Ankebût 25); إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ Ben, bundan önce beni Allah’a ortak koşmanızdan da teberri ediyorum (14/İbrâhîm 22).
كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, çiftçilerin hoşuna gider (57/Hadîd 20). Bu âyetin metninde geçen الْكُفَّارَ kelimesinin çiftçiler olduğu söylenmiştir. Çünkü çiftçiler, kâfirlerin Allah’ın hakkını gizledikleri gibi, tohumu toprağa gömerler.
Şu âyette buna işaret etmektedir: يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ bu, ziraatçıların hoşuna gider; kâfirleri öfkelendirmek için (48/Fetih 29). Öte yandan sadece kâfir bu anlama özgü değildir.
Şöyle diyenler de vardır: Âyette sözü edilenler (kavramsal anlamıyla) kâfirlerdir. Özellikle onların burada zikredilmesinin nedeni ise, dünyaya ve dünyalıklara düşkünlüklerinden ve onlara dört elle sarılmalarıdır.
كَفَّارَة keffâret ise, günâhı kapatan iyiliktir. Yemin kefareti de bu köktendir. Meselâ Yüce Allah’ın: لاَ يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ اْلأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Bozulan yeminin keffâreti (cezası), ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut da bir köle azad etmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizi bozmanın kefareti budur (5/Mâide 89). Adam öldürme, zıhâr gibi diğer günâhların kefaretinde de bu özellik vardır. Onun için bu âyette: Bozulan yeminin kefareti (cezası), ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedirmek buyurmuştur.
تَكْفِير tekfir ise, bir şeyi, hiçbir şey yapılmamış gibi örtmek, kapatmaktır. Bunun aslının da, kâfirlik ve nankörlüğü bertafar etmek olduğunu söylemek de doğrudur. Bu tıpkı, تَمْرِيض ve تَقْذِيَةُ اْلعَيْنِ ifâdeleri gibidir. Birincisi, hastalığın yok olması, ikincisi ise, gözdeki çapağın alınması demektir. Yüce Allah’ın şu sözleri de bu manaya gelir: وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ آَمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَأَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّعِيمِ Eğer kitap ehli iman etmiş ve layıkıyla korunmuş olsalardı, onların kötülüklerini örter, nimeti bol olan cennetlere koyardık (5/Mâide 65). إِنْ تَجْتَنِبُوا كَبَائِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلاً كَرِيمًا Eğer siz, yasaklandığınız büyük günâhlardan sakınırsanız, diğer kusurlarınızı örter, sizi güzel bir makama koyarız (4/Nisâ 31)
Yine bu manaya işaret eden âyetlerden biri de şudur: اَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür (11/Hûd 114).
Küçük iyilikler, büyük günâhlara kefaret olmaz da denmiştir. لَأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ Onların günâhlarını elbette örteceğim (3/Âl-i İmrân 195); لِيُكَفِّرَ اللَّهُ عَنْهُمْ أَسْوَأَ الَّذِي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ Çünkü Allah, onların önceden yaptıkları amelin en kötüsünü bile kefaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel amellerin en güzeline göre mükâfâtlarını verecektir (39/Zümer 35).
Şu deyimler de bu köktendir: كَفَرَتِ الشَّمْسُ النُّجُومَ Güneş, yıldızları örttü, gizledi. Güneşi örten buluta كَافِر kâfir dendiği gibi, geceye de كَافِر (kâfir), denmektedir. Bu konuda Şair şöyle der:
أَلْقَتْ ذُكَاءُ يَمِينَهَا فِي كَافِرِ -389
389- Güneş, sağ elini bir gecenin içine attı.
تَكَفَّرَ فِي السِّلاَحِ silaha gömüldü, deyimi de, onun içinde kayboldu, manasına gelir.
كَافُور ise, meyve veren ağaçların, meyveden önce çıkan ve onu örten/saran çiçeği demektir. Bu anlamda Şair şöyle der:
كَالْكَرْمِ إِذْ نَادَى مِنَ اْلكَافُورِ -390
390- Henüz kapçıktan çıkmış üzüm gibi.
Bir çeşit koku demek olan كَافُور ise, Yüce Allah’ın: إِنَّ اْلأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler (76/İnsan 5) sözünde geçmektedir.
Kapat