Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

  • “Her kim ALLAH için olursa… ALLAH onun
    için olur…”

Üstâdım Ahmed Hulûsi der ki: “Tasavvuf, Fenâfillah
ve Bekâbillah isimli iki aşamaya dayanır.”
Bu hadisin birinci kısmı Fenâfillah’a, ikinci kısmı da
Bekâbillah’a işaret etmektedir.
Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evren, Allah ilminde
Esmâ’sı ile işaret edilen öz vasıfların seyri için tasarlanmış bir
varsayımdır.
Heyula’dır (dev hologram)!
Aslı hayal olan evrenin her bir noktasında Esmâ’sıyla yüz
gösteren, sadece Allah ismiyle işaret edilen “El-Vâhidü’lAhad-üs Samed”dir (sayısal çokluk kabul etmez som TEK).
“Ne yana dönersen Vechullâh karşındadır (Allah
Esmâ’sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)!” (Kur’ân Çözümü,
Bakara Sûresi 115)

Bu gerçeği anlamak suretiyle, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in
Allah ismiyle açıkladığı hakikatin TEKLİĞİ ve Esmâ’sının
açığa çıkış seyri için ilminde tasarlanmış tüm boyutları ve
sayısız türleriyle evrenin BİRLİĞİ yanı sıra, kendinde ya da
herhangi bir şeyde varlık görme vehmi tesirinden kurtulanın hali
Fenâfillah diye tabir olunmuştur.
“Fakrımla iftihar ederim” hadisi Fenâfillah konusu
hakkında bize önemli bir ipucu vermektedir.
“Fakr” kelimesi, yoksulluk veya muhtaçlık gibi
anlamlara gelmektedir… “Fakr”ın dindeki karşılığı ise, var
algılanan her ne varsa, Allah ilminde Esmâ’sının açığa çıkış
seyrinden meydana gelen bir hayal olduğu idrakine ermektir.
“Fakr”ın iftihar vesilesi olması, Allah Esmâ’sıyla var
olmanın getirisinin, bedenselliğin getirileri yanında kıyasa
gelmez bir değer olduğunu fark etmekten ileri gelir.
Fatır Sûresi, 15’inci ayet bunu şöyle açıklar:
“Ey insanlar! Siz Allah’a (mutlak muhtaç)
“yok”sullarsınız (Esmâ’sıyla varsınız)! Allah ise Ganiyy’dir,
Hamiyd’dir.”
“Onu tesviye edip (beynini oluşturup), o yapının içinden
Ruhum’dan (Esmâ mânâlarımdan) nefh ettiğimde (açığa
çıkardığımda (nefh yani üflemek, içten dışa şeklinde olur daima.
A.H.)) Ona secdeye kapanın (hükümranlığını – tasarrufunu
kabul edin)!” (Kur’ân Çözümü, Sâd Sûresi 72)
Sonra Âdem’e (Esmâ’nın programlanışı, Esmâ
bileşiminin açığa çıkışıyla yoktan var edilene) bütün Esmâ’yı
(Esmâü’l-Hüsnâ’sının anlamlarını açığa çıkarmayı ve

kavramayı) talim etti (programladı). (Kur’ân Çözümü, Bakara
Sûresi 31)
BU İKİ AYETTE BELİRTİLDİĞİ ÜZERE bir Esmâ
potansiyeli olan insan beyni, Allah’ı kemâliyle bilme ve yaşama
kapasitesine sahiptir. Beyindeki bu özellik dolayısıyla insan
yeryüzünde halîfe olma şerefine nail olmuştur.
Beynin bu kapasitesinin değerlendirilmesi için, öncelikle
kişi varlığın hakikatine işaret eden Allah kavramı hakkında
doğru bir bilgi edinerek, kendisini gerçeklerden koparan tüm
varsayımlarından bilincini arıtması gerekir.
Kişi, yanlış bilgiye dayalı kuruntularından; bu
kuruntularından oluşan hayalî beklentilerinden; beklentilerinin
gerçekleşmemesi halindeki sükûtu hayâlin yaşatacağı
üzülmelerinden ve kızmalarından kurtulduğu oranda, beyni
Allah kavramına dayalı (epifizden beyne geçiş yapan yüksek
frekansları değerlendirmeye yönelik) serbest (hiçbir şarta bağlı
olmadan) ve çok yönlü (evrensel boyutlara açılmaya müsait) bir
çalışma temposuna girer.
Dindeki ibadet çalışmaları beyni gerçeklerden koparan,
potansiyeline kayıt getiren veya kilit oluşturacak fikirlerin
tesirlerinden arındırıp, potansiyelindeki Esmâ’dan (Allah ismi
manasından) kapsamlı bir biçimde yararlanılması için teklif
edilmiştir.
Bunun için kişinin aşması gereken üç engel vardır ki bu
üç engelin her biri kendini beden kabul etmekten kaynaklanır.
Bunlar:

  1. Şartlanmalar = Varlığın hakikati, oluşum ve gelişim
    sistemi gerçekleriyle ilgisi olmayan, genellikle yaşadığımız
    çevre veya medya tarafından bizlere empoze edilen verilerdir.
    Bunlar ağırlıklı olarak kendimizi bedensel varlık kabul etmemiz
    yolunda vehmi tahrik eden saptırıcı veriler bütünüdür.
  1. Bedenin Tabiatı = Yeme, içme, seks, rahata
    düşkünlük, güzel ve lüks şeylere sahip olma gibi, bedenin
    tabiatına uygun hallerle bezenmeye yönlendiren dürtülerdir.
    Bedensel kimliğimizin kaynağıdır.
  2. Vehmî benlik = Allah Esmâ’sı dışında (kendinde ya da
    başka bir şeyde) varlık görmektir ki bu dahi kendimizi beden
    kabul etmemizden kaynaklanır.
    Kişi bu üç engeli zihnen aşmadığı sürece beynin gerçek
    kapasitesini kullanamaz.
    Halbuki kişi epifizden beyne geçiş yapan yüksek
    frekansları arkasına alarak beynin gerçek kapasitesini
    kullanabilse, kendisi için akla ve hayale gelmez bir yaşamın
    kapısını aralamış olur. Bazılarımıza saçma gelebilir ama “Lucy”
    filmi buna uç bir misal oluşturmaktadır.
    Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin bahsettiği büyük cihad
    ve tasavvuf ehlinin nefs mücâhedesi dedikleri şey, kişinin
    epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekans desteğini arkasına
    alarak aşkın (transcendent) bir yaşam sürmesi için, kendisini
    gerçeklerden koparan bu üç engeli zihinsel olarak aşma
    mücadelesidir.
    Şu üç ayet bu hususa işaret etmektedir:
    “Kesinlikle müşrikler necîs’tir (pisliktir)!” (Kur’ân
    Çözümü, Tevbe Sûresi 28)
    “Ona (Bilgiye), (şirk pisliğinden – hayvaniyetinden)
    arınıp, tâhir olanlardan başkası dokunamaz!” (Kur’ân
    Çözümü, Vâkıa Sûresi 79)
    “Gerçekten onu (bilincini) arındıran kurtulmuştur”
    (Kur’ân Çözümü, Şems Sûresi 9)

ŞİMDİ KONUMUZ OLAN HADİSİ bu bilgiler eşliğinde
tekrar ele alalım…
“Her kim Allah için olursa”…
“Her kim beynindeki potansiyel Esmâ’dan serbest ve çok
yönlü yararlanma gayesiyle hakikat ve sistemi bilgisi edinip, bu
bilgiye dayalı olarak kendisini gerçeklerden koparan
şartlanmalarından arınır, bedenin tabiatının beyni üzerindeki
baskısını asgariye indirir, Allah Esmâ’sı dışında varlık
görmeden yaşarsa…”
“Allah onun için olur”…
“Beyni çok yönlü açılım serbestliği kazanır. Böylece kişi,
epifizden beynine geçiş yapan yüksek frekansların desteğini
arkasına alarak holografik evren gerçekliği ile iletişime girmenin
meydana getireceği evrensel bir aydınlanma ile hakikatini bilme
ve hakikatini bilmenin erdemiyle yaşama imkânına kavuşur.”
EPİFİZDEN BEYNE GEÇİŞ YAPAN yüksek frekanslar
beynin genel performansını artırıp, algıda derinlik ve genişlik
meydana getirerek beden kayıtları dışında bir takım aşkın
deneyimlere yol açar. Rasuller, Nebîler ve Velîlerden bizlere
ulaşan kemâlat, mucize ve kerametlerin ardındaki hakikatlere
vakıf olmaya başlar… Örneğin:

  • Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle
    açıkladığı hakikati bilir…
  • Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin,
    ismi Allah olan hakikatin ilminde Esmâ’sının açığa
    çıkış bilgisinin -Allah ilminin- holografik seyri
    olduğunu idrak eder.
  • Evrensel bütünlüğü deneyimler ve buna göre
    şeyler arasındaki dinamik bağlantıları görür…
  • Bedenin kesitsel algılama sınırları (koza
    dünyası) dışındaki farklı yaşam sistemlerini, o
    sistemlerin canlı türlerini ve boyutlar arası ilişkileri
    müşâhede eder…
  • Ölüm ötesi yaşam gerçeğini ve ölüm ötesi
    yaşama geçmiş insanların çeşitli hallerine vakıf
    olur…
  • Geçmişin bilgisine ulaşabildiği gibi, geleceğin
    bilgisini de okur. Zira holografik tekil bilgide her şey
    olup bitmiştir.
  • Bununla da kalmaz, yüksek frekans desteği
    ile -Biiznillah- Hz. İsa (a.s.) gibi körü ve cüzamlıları
    iyileştirir (şifa verir), ölüyü diriltir, insanların
    başkalarından gizledikleri hallerini bilir, su üstünde
    yürür, duvarlar görüşüne perde olmaz.
  • Daha ileri dereceye varmış olanlar Hz.
    İbrâhim (a.s.) gibi, yeni neslin üremesine öncülük
    eder… Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi, getirdiği ilim
    ışığında insanlığın idaresiyle ilgilenen Velâyet
    kurumu oluşturur. Bedenin kuvvetlerini kontrol
    ettiği gibi, doğal kuvvetler üzerinde tasarruf eder…
    Gerisini varın siz düşünün…
    SADREDDİN KONEVÎ (k.s.) Hz.leri bu hadisle ilgili
    ayrıca der ki:

“Fenâ hali mertebelerinin her biri Bekâ makamına
varmayı gerektirir.”
Yani Fenâ’dan maksat, Bekâ’ya ermektir!
Yapılan tüm arınma çalışmalarından amaç, bilinci
gerçeklerden koparan bedensellik fikrinden arındırarak en yalın
haliyle hakikati yaşayabilmektir.
Kısaca Fenâ halleri, Bekâ için basamak oluşturması
gerekir.
Kişide Fenâ halleri “Mülhime Nefs” sürecinde başlar…
Kişi belirli arınma çalışmaları yaparak beyin duyarlılığını
artırır. Şöyle ki epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekanslar
beyin performansını artırıp, bedensel algılama sınırları dışında
kalan evrenden ilham yollu bilgi almaya başlar.
“Mülhime Nefs” diye tabir edilen bu düzeyde, kişi
kendisini gerçeklerden koparan yanlışlarından arındığı ölçüde
ilham yollu aldığı bilgileri değerlendirebilir ve bu sayede
varlığın hakikatine doğru derinleşir.
Bu süreçte, şayet kişide varlığın Allah ilminde Esmâ’sının
seyri için tasarlanmış bir hayal olduğu gerçeği dışında var
zannettiklerinin yokluğuna dair tam bir itminan (kesin bir bilişin
getirdiği güven) hasıl olursa, kişi gayesine ulaşmış olur ve onun
bu hali “Mutmainne Nefs” diye tabir olunur.
Fenâfillah, “Mutmainne Nefs” düzeyinde başlar.
Burası Velâyet mertebesidir…
Burada Bekâ’dan hisse olarak hakikate dair nüzul yollu
tecelliler meydana gelir (ilerleyen bölümlerde “tecelliler”
üzerinde durulacaktır).

Velâyetten önce kişi hakikat ve sisteme dair ne biliyorsa
hepsi hükmünü yitirir.
Aklın hükmünün bittiği (hatta akılların besin ve gelişim
kaynağı olan) velâyet mertebesinde, epifizden beyne geçiş yapan
yüksek frekans desteği ile holografik tekil bilgide Esmâ seyri
başlar. Bir diğer ifadeyle, “Allah ilminde ilmiyle ilmini seyr”.
Doğrusunu bilen Allah’tı

Share this content:

Bir yanıt verin