Bu hadisin hem urûc ile ilgili hem de evrenin tüm
insanları kapsayan genel işleyiş sistemiyle ilgili anlamı
olduğunu düşünüyorum.
ÖNCE URÛC İLE İLGİLİ ANLAMI ÜZERİNDE
DURALIM…
Yapılan ibadet ve riyazetler beyni bedensel algının
sınırları dışındaki evrene duyarlı hale getirir…
“Hassas olduğunuz saatlerde dua etmeyi ganimet
biliniz… Çünkü bu hâl rahmet saatinin hâlidir…” hadisi
gereğince… Kişi bu haldeyken tam bir odaklanma ile hakikatine
yönelirse, artezyen kazmakla su kaynağına ulaşma misali
hakikatine dair ilham (içe doğan bilgi) yollu bir takım hissedişler
ve farkındalıklar yaşar. Dinde buna urûc denmiştir.
Urûc’un gayesi Mir’ac’tır.
Mir’ac, Allah ismiyle açıklanan Vahidü’l Ahad’ın
(sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) Rubûbiyetinden (Esmâ’sı
ile işaret edilen kemâl vasıfların terkip hükmüyle açığa
çıkışından) meydana geldiğini müşâhede etmektir.
Allah’a vuslatın bu ilk aşaması, Rasulullah (s.a.v.)
Efendimizin: “Nefsine arif olan, Rabbine arif olur”
açıklamasındaki sırra ermekle ilgilidir.
Artık kişi bedensel varlık olmadığını anlamış, beynine
talim olan (programlanan) Esmâ ile vasıflanmış bir şuur
(Hakkanî varlık) olduğu gerçeğine ermiştir.
Bundan sonra “Mübdî Mârifet” diye işaret edilen,
Allah’a vuslatın ikinci aşaması vardır.
Bu da bilincini mevcut kayıtların ötesine geçirerek,
evrensel boyutlarda kendini tanımayı sağlayacak gerekli
Esmâ’yı beyinde kuvveye (beyin devresine) dönüştürme
çalışmalarını yapmakla olur.
Bu husus Âl-i İmran Sûresi, 103’üncü ayette şöyle
açıklanmaktadır:
“Hep birlikte varlığınızdaki Esmâ hakikatine (uzanan)
Allah ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Üstünüzdeki Allah
nimetini hatırlayın.”
Yani, “hakikatinizi bedensel
kayıtların ötesinde, kemâl
derecede/evrensel değerleriyle bilmenizi ve yaşamanızı
sağlayacak Esmâ, potansiyel olarak beyninizde -Rabbin
beyninDE- mevcuttur… O halde toplu olarak/birlikte
hakikatinizi kemâl derecede/evrensel değerleriyle bilmenizi ve
yaşamanızı sağlayacak bir takım düşünsel ve eylemsel
çalışmalar yaparak gerekli Esmâ’yı beyninizde kuvveye
dönüştürün (beyinde işler bir devre haline getirin).”
Allah’a vuslatın üçüncü ve en son aşaması “Mûtu
kable’l-ente mût” diye işaret edilen, bedensel varlık sanısından
kurtularak, hakikatini evrensel değerleriyle yaşama halidir.
Bu da beyindeki El-Bâis isminin dönüştürücü gücüyle
bedensel varlık sanısının sonlandırılması, akabinde El-Veliyy
isminin terkibinde ağırlık kazanmasıyla gerçekleşir.
HER İNSAN OLUŞUMU GEREĞİ İKİ
PERSPEKTİFTEN bakabilme yetisine sahiptir…
Zaten insandaki bu iki perspektiften bakabilme yetisi
dikkate alınarak Kur’ân nazil olmuştur.
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz dahi insandaki bu iki
perspektiften bakabilme özelliğine dayalı olarak açıklamalarda
bulunmuştur.
Kur’ân ve Hadis okurken dikkat etmemiz gereken çok
önemli bir inceliktir bu.
Hz. İsa (a.s.)’nın: “Sen insanca düşünüyorsun, yaratan
Rab gibi değil” söylemi, insanda mevcut bu iki perspektiften
bakabilme yetisine işaret etmektedir.
Birinci perspektif, insanın doğumuyla birlikte bedensel
yaşam şartları içindeki gelişimi sürecinde kendini bir birim
kabul etmesiyle oluşur. Bu insanın HALK/halkiyet
(yaratılmışlık) yanıdır…
İkinci perspektif ise hakikatine erme yolunda yapılan,
bilinci bedensellik kabulünün oluşturduğu sahte kimlik
vehminden arındırma çalışmalarıyla, beyni epifizden geçiş
yapan yüksek frekanslara karşı duyarlı hale getirip, ilham yollu
özün ilmiyle bakma açılımıdır. Bu da insanın HAK/Hakkanî
yanıdır…
Birinci perspektif, bedenin düşük frekans etkisi altında
baskılı çalışan beynin zihinsel fonksiyonlarının (ben kavramı,
akıl, fikir, hayal, idrak, vehim, himmet ve hafıza) oluşturduğu
bilinç boyutudur. Kişi bilinç boyutu itibariyle yaratılmış
olduğundan muhtaç olup, ihtiyaçları için yaşar.
İkinci perspektif ise kişinin şuur boyutudur.
Daha önce de üzerinde durdum, ama yeri geldikçe daha
sık ve farklı açılardan üzerinde duracağımız bir konu…
Epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekanslar beynin
genel performansını (beyinsel faaliyetleri) artırır (beynin
zihinsel fonksiyonlarında performans artışı meydana gelir). Bu
sayede beyin bedensel algılamanın oluşturduğu koza dünyası
dışındaki evrenden ilham yollu bilgi alır. Bu bilgi bir Esmâ
potansiyeli olan beyinde kendi cinsinden olan kuvveleri harekete
geçirip, kişinin evrensel mânâda aydınlanmasını sağlayarak
bedenin kısıtlamalarından kurtarır.
İşte bu husus bahsettiğim ikinci perspektiftir…
Kişi şuur boyutu itibariyle yaratılmaktan Ganîyy
olduğundan TAMdır (eksiksiz) ve bilinç kapasitesi kadar
hakikatini kemâliyle (beynine talim olan Esmâ
kuvveleriyle/Rabbanî kudretle) yaşar.
HADİSİN TÜM İNSANLARI KAPSAYAN evrenin
genel işleyiş sistemiyle ilgili ikinci anlamı ise şöyledir…
Bizden açığa çıkan her fiil “geribildirim (feedback)”
sistemiyle bize geri dönüp, beynimizdeki El-Hasiyb
mekanizması gereğince değerlendirilir ve fiilin konusu
doğrultusunda beyinde ilgili Esmâ’yı potansiyelden kuvveye
dönüştürerek algımızı, dolayısıyla bilincimizi forme eder.
Böylece biz, bizden açığa çıkan her türlü düşünce ve
eylemlerimizin sonuçlarını yaşarız.
“Fakire verdiğin sadaka önce Allah’ın eline düşer…”
hadisindeki mantıkla…
Yani çapraz okuma denilen, “ayeti bir başka ayetle” ya
da “hadisi bir başka hadisle” veya “ayeti hadisle” deşifre
ederek çözüme ulaşma metoduyla “salacağınız bir ip, mutlaka
sizi ALLAH’a ulaştırır…” hadisini anlamaya çalışırsak…
Bizden açığa çıkan her fiil, salmakta olduğumuz bir ip
misali, bizi ÖNCE İSMİ ALLAH olan Vahidü’l-Ahad’ın
Esmâ’sının açığa çıkış sistemi gerçekleriyle yüzleştirir!
Allah Esmâ’sının açığa çıkış sistemine ters düşen düşünce
ve eylemlerimiz, beyindeki El-Hasiyb mekanizması gereğince
değerlendirilip âhirinde bizi yaşam gerçeklerinden
uzaklaştırarak, ebedî yaşantımızı cehenneme (acı ve ızdıraba)
dönüştürürken; Allah Esmâ’sının açığa çıkış sistemine uyumlu
olan düşünce ve eylemlerimiz de, yine beyindeki El-Hasiyb
mekanizması gereğince değerlendirilip âhirinde hakikatimizle
aramızdaki perdeyi kaldırarak, ebedî yaşantımızı cennete (huzur
ve mutluluğa) dönüştürür.
ASLINDA TÜM MESELE beyni varoluş gayesi
istikametinde kullanabilmektir.
Varlıkta kendinden gayrına yer olmayan ve Allah ismiyle
işaret edilen Vahidü’l Ahad (sayısal çokluk kabul etmez TEK),
ilmi noktasında(!) Esmâ’sı ile işaret edilen öz vasıflarının
sistemsel açılımıyla, her an yeni bir şan alarak (bize göre)
sonsuzda gelişen evreni meydana getirmiş; Esma’sının açılımı
olan evrende tekliğinin azâmetini, ihtişamını ve kemâlini
seyredip yaşamak için de insanı var etmiştir.
Beynin bu ana gayesi, bedenin yetersizliği ya da
beklentilerimizin karşılanmamasıyla, bir şekilde engellendiğinde
zorlanır.
Beyin kendisini zorlayan bir konunun üstesinden
gelebilmesi için veri tabanına göre faaliyetlerini artırır ve bu da
yeterli olmazsa sigortası atar. Beyin sigortasının atması ise
farkındalık alanımıza kızgınlık olarak yansır ve biz başlarız
yanmaya!
Kızgın cehennem alevleri içinde kızardıkça öfkemiz artar.
Kimi insanlar kendi içlerindeki ateşi tutuşturan ellerin
kendi dışında olduğunu düşünür ve beklentilerine engel teşkil
eden veya kaybettiklerine sebep gördüğü o ellere kızar, kınar,
suçlar.
Yaşamın gerçeklerini bilmediğinden, olayların
beklentileri doğrultusunda gelişeceği zannı basiretini kör
etmiştir.
Bizi yakan ateşin esas sebebi, yaşamı objektif bakışlarla
gözlemlemeyip, nasıl gelişeceğini öngörememenin ya da
istenilene ulaştıracak bir şekilde olaylara yön verememenin
sükût-u hayalidir.
Kimi insanlar içlerindeki ateşi tutuşturan ve kızıştıran o
kızgın cehennem alevlerinin kendi idrak yetersizliğinden
kaynaklandığını bilir ve her yanış onları yaşamın gerçekleriyle
yüzleştirerek şartlanmalarından arındırır.
Arındıkça, içten içe yakan ve öfkesini körükleyen o kızgın
cehennem ateşi de sönmeye başlar. Zira yanmasına sebep olan
gerçeğin önündeki örtü artık kalkmış, hakikat ortaya çıkmıştır.
Yanlış ve yersiz bir şey kalmaz, her şey yerli yerince ve
olması gerektiği gibidir.
Gerçeğin önündeki perde kalkınca kişinin kızması da
biter… Suçlaması, kınaması, üzülmesi veya üzüp kalp kırması da
son bulur.
Allah’a tevekkül eder (beynindeki El-Vekiyl
Esmâ’sının, onun için en hayırlı sonucu oluşturacağına iman
eder) ve yine beynindeki dayanma kuvvesiyle (Es-Sabûr)
sabreder.
Hilm ile yaşadıklarını genel sistem içindeki yerine göre
değerlendirmeye alarak, hakikatini bilmenin erdemini yaşar.
Doğrusunu bilen Allah’tır…