14 ARALIK 2012
İslam’ın Bayram günü olan bir Cuma gününde, Kuran sofrasında beraberiz.
Allah bizi hakikate kabiliyetli eylesin ..
Kuranın anlaşılmasına mani olan kabullerden hakkânî aşk ile kurtulmak dileğiyle..
Muharrem ayını bitirdik, Safer ayını sürdürüyoruz.. Allah bizi bu ayın getirebileceği olumsuzluklardan muhafaza eylesin. Sefer ayı ve önümüzdeki günlerde şerlerden korunmayı ve imanın muhafazasını diliyoruz
İman öyle bir şeydir ki iman ettiğinin tersi bir şeyin zerre kadar kalbinde olmaması lazım.
Rasûlullah doğrudur diye başlayıp;“ama haber verdiği şeylerin aksi durumlar yahut söylediklerinin gerçekleşmemesi de söz konusu olabilir..” diye düşünüyorsan bu iman olmaz.
Tasdik ve eminlik hali ile kabullenmektir iman.
Bilvesile “kıyamet vakti geldi” diyen görüşlere değinelim. Tabii ki böyle bir şey yok. Kuran’da bunun habercileri var, kıyamet vaktinin bilinemeyeceği ve hatta kıyametin zamanının merak konusu yapılıp konuşulamayacağı ile ilgili bilgiler var. Nitekim Rasulullah’a:
–Kıyamet ne zaman?.. diye soran birine O:
–Ne hazırladın kıyamete?.. diye sormuştur.
İnsan için kıyamet önemli bir haberdir. Ama bunun zamanlaması ile ilgili konuşma beyhude bir konuşmadır.
İnsana rabbi olan Allah’tan sonra haberi verilen en önemli şey kıyamettir.
İnsan için ölüm başka bir yaşamın başlangıcıdır.
Ahiret için gerekli çalışmaların bildirilmesi en önemli haberdir ama bunun zamanını konuşmak beyhudedir.
“Ölenin kıyameti kopmuştur” diyor Rasûlullah.
Melâikenin secde ettiği fıtrat, insanlığın zirvesi, âlemlere rahmet olan O Zat gelmiş; sen buna en azından iman edip tâbi olman gerekirken nelerle uğraşıyorsun?..
Kuran’da rastgele bir şey olmadığı için Tevbe süresinin basında besmele olmamasının da önemli bir sebebi var. İste bunu anlayan belki de gerçek tövbeyi yapmış olacaktır.
Kuran’da besmelesiz başlayan tek sûre olan Tevbe Sûresinin 9/100. ayetinde..
100-) Muhacir (Mekke`den hicret etmişler) ve Ensardan (Medine`nin yerlileri) ilk öne geçenlerle, onlara hakikati müşahede yollu (ihsan ile)tâbi olmuşlar var ya, işte onlardan Allâh razı olmuştur… (Onlar da)“HÛ”dan razı olmuşlardır! Onlar için, içinde sonsuz yaşayacakları altlarından nehirler akan cennetler hazırlamıştır… İşte bu aziym bir kurtuluştur. Buyuruyor Allah.
Âl-u İmran Sûresinde de Rasûlullah’a tâbi olanlardan ve itaat edenlerden bahsedilir. Tâbi olmanın özünde sevgi varken, sevgi olmamasına rağmen menfaati olduğu için dediğini kabul etmek ve yapmak ise itaattir.
Muhacir ve Ensar’ın öne geçenleri ve onlara güzellikle tâbi olanlar.
Tabi olma olayında, tabi olduğunun nuru ile, onun hali ile hâllenerek yaşaman söz konusudur.
İdeal olan tabi olmaktır ama olamıyorsan hiç değilse itaat et.
Bu ikisi dışında olan inkâr mertebesidir ve hüsrana götürür.
Malum ki eğitimde insanlara kendi bilginizi verdiğiniz zaman karşıdakinin zihninde kalbinde bir ışığın yanmasına sebep olabilmek önemli olandır. Bu ancak tâbi olmakla olur. Rasûlullah’a tâbi olanda O’nun şefaati ile o nurların kalbinde doğduğunu keşfederek Muhammedî bir anlayışın yaşanmaya başladığı bir gerçektir.
“Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah Hakk’ı inkâr edenleri katiyyen sevmez”.
Allah sevmez dediğin mahalde Allah’ın buğzu açığa çıkar. Şirk halinde olma “gadap” halini getirir. Gadap halinden kurtulmak daha mümkün. Çünkü Allah şirklerinden arınmaları için insanlara Resul inzal etmiştir.
Siz sevdiğiniz bir kişiye de yanlış tutumundan dolayı öfkelenebilirsiniz, ama asla kin duyamazsınız. Bu sebeple kâfirlere Allah buğz eder.
Dolayısı ile şirkin fevki buğz mahallidir.
Şirk ve onun altı gadap mahallidir.
Beynin kalbe tekabül eden mahallîne hicret edenlere “Muhacir”,
Beyinin kalbe tekabül eden mahallîn özellikleriyle yaşayanlara da “Ensar” denir.
Ensar’dan bahsedilen bazı yerlerde İsa as.’dan da bahsedilir.
-Ey iman edenler Allah’ın yardımcıları olun.
Tıpkı Meryem oğlu İsa’nın havarilerine “Kim Allah yolunda benim yardımcılarım olur?” ifadesi gibi. Çünkü O bir epifiz ehli idi.
Cebrail as soruyor Rasûlullah cevap veriyor. Vahyin sahibi Allah. Cebrail as Rasulullah’a vahyi getirirken Allah’ın vahyini ulaştırıyordu. Ama normal şartlarda o Rasûlullah’a soruyor.
-İhsan nedir?.. diye sorduğu zaman:
-Senin Allah’ı görüyor gibi kulluk ve ibadet yapmandır.. diyor.
Bunu tasavvuf ehli “Ayn-el Yakîn”olarak tabir ediyor.
Dinin kaynağı Rasûlullah’tır. Din namına nefsinden, hevâsından bir şey konuşmaz. O’na göre bizim kıyametin vakti ile ilgilenmemiz beyhude bir şeydir. Çünkü senin ne zaman öleceğin belli değil. Mühim olan ona göre hazırlanman. Çünkü diğer şartlar magazin konusuna girer.
Muhacir, Ensar, kâfir, tabi olanlar vs tüm bu tanımlamalar Rasûlullah’a nispetler olan tanımlamalardır. 21 Aralık’a göre tahminde bulunanlar Rasûlullah’ın yeryüzünde bulunduğu döneme karanlık dönem diyorlar. Gerileme gibi kabul ediyorlar.
Magazincilere uyarsan işte böyle bir duruma düşersin.
“Benim asrım dönemlerin en hayırlısıdır” diyor Rasûlullah.
Ondan sonra; onlardan sonra gelenlerin dönemi.
Ondan sonra da; onlardan gelenlerin dönemi..
Bugün üstünde duracağımız “Hicret” de zamanı gelince farz olan bir ibadettir.
Her ibadetin bir vakti vardır.
Mesela Güneş ve Ay tutulması sırasında kılınan namazlar konusunda emri vardır Rasûlullah’ın. Ama şimdi kalkalım güneş tutulması için namaz kılalım desek olmaz, zira tutulma yok şu an. Bir Cuma günü Rasûlullah Efendimiz Medine dışında iken öğlen vakti girince Cuma namazını oarad kıldırmıştır. “Medine’ye girer orada kılarız” dememiş ilk vakte önem vermiştir.
Öyle durum olur ki, o zamanda hicret etmen gerekir.
Hicret, imanını, dinini, hakikatini yaşamana elverişli olmayan ortamdan, yaşayabileceğin yere doğru gitmendir. Hicret öncelikle bir varış değil bir ayrılıştır. Dünyan’dan bir uzaklaşmadır.. Zahirde de böyledir, batında da böyledir. Gittiğin yere “dünyan” ile birlikte gidersen bir anlamı yoktur.
Senin beyninin tamamı Allah’ın arzıdır. Allah’ın arzı da geniştir. Burada daraldı isen genişleyeceğin yere git. Muhacir ol Rabbine. İbrahim a.s. Nemrut’un ehlini uyardığı zaman peşinden ona Lût a.s. iman etti. Akabinde “Ben Rabb’ime muhacir oldum” dedi. Bu İbrahim a.s. için olduğu zaman manası, önce Filistin sonra Kâbe’ye hicret etti.
Hz İbrahim için “Ben Rabb’ime hicret ediyorum” dediği zaman istikamet buydu, yeryüzündeki hicret itibarı ile. Ama batîni manası itibarı ile Lût a.s. da bunu görürsek, onun “madem bu sanal, beşeri dünya ise ben bundan Rabb’ime hicret ediyorum..” denilerek batınına doğru yolculuğu anlatılır.
Hicret bir yolculuktur. Yolculukta Rasûlullah’ın tavsiyesi refik yani arkadaştır. “Önce sağlam arkadaş, sonra yol” biçiminde güzel bir söz vardır İslam tasavvufunda. Seni hedefine teşvik eden, aynı yolun yolcusu olan bir arkadaş.
Hadiste ise:
“Şayet vahdette benim bildiğimi bilse idiniz, hiç bir süvari tek başına yola çıkmazdı” denerek gene bir refik lazım olduğunu bildiriyor. (“vahdette” ifadesi aynı zamanda yalnızlık demektir)
Rasûlullah vefatında son sözü “Allah’ım beni Refik-i Ala’ya ulaştır.” olmuştur. (Hakikatimi en kâmil manada yaşatacak mahalle ulaştır demektir.)
Bir şehirde 500 kişi aynı anda ölse herkes tek başına, yalnız ölür.
Hadis-i Şerife göre bekârın olmadığı yer cennettir.
Karı-koca dünyaya ait bir kavramdır.
Eş, hem de tertemiz bir eş. İşi; eşi olan ve böylece cennette de onun mutluluğunu tam anlamıyla olgunlaştıran eş. Bunun dünyadaki numunesine de eski irfan sahipleri “Refika” demişler. Yani yolunda kendisine eşlik eden manasında.
Son Akabe biatından sonra Medine’ye hicret etme müsaadesi çıkınca Hz Ebu Bekir soruyor:
“Ya Rasûlullah, bende hicret edeyim mi?..” deyince Rasûlullah:
“Ya Eba Bekr sabret, Allah sana bir refik verir” diyor. O da çok kıymetli iki deve alıp beklemeye başlıyor. Hicret gecesi Hz Ebu Bekir “Ya Rasûlullah, anam babam sana feda olsun, bu senin devendir” deyip O’na vermek isteyince Rasûlullah: “Ben bana ait olmayan deveye binmem” diyor. Hz Ebu Bekir de “Bu senindir, sana bağışladım” diyor. Ama O, 400 dirhemlik bedelini ödemeden binmiyor. Burada aslında Risalet ve Nübüvvet dönemine has özel durumlar var. Bambaşka incelikler var…
Ve nihayet Rasûlullah Mekke’den ayrılırken:
“Ey şehirlerin anası, evlerin de elbise giydirileni!.. Eğer senin evlatların beni mecbur etmese idi, senden çıkmazdım..” diyor.
Bunun üzerine Ebu Bekr-i Sıddık da şehir halkına seslenerek: “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun.. Hiç Nebisini çıkaran bir şehir halkında hayır olur m?..,Siz helak oldunuz.” diyor..
Dünyada elbise giyen tek ev Beytullah’tır.
Acaba Kâbe’deki bu siyah elbise neye işaret ediyor?
İnsanların evleri içeriden perdelidir, Beytullah’ın ki dışarıdandır.
Bunlarda hep sembolik manalar vardır.
Araplar Kâbe’nin/Mekke’nin dışından gelenleri küçümserler, kendilerini üstün görürlerdi. Kâbe’yi müşrikler çıplak tavaf ederdi.
Allah bu mahalli bile elbiseli yapmış, çıplak tavaf edilir mi?
Rasûlullah dönemine kadar Kâbe bir kıble-tevhid merkezi gibi değil, dinin merkezi gibi idi. Bu hicretle beraber artık dinin merkezinde “Vahiy” vardır, Rasûlullah ve Nebiyullah vardır, olayının altı çizilmiştir. Çünkü vahiy olan taraf Allah’ın seslendiği, hitap ettiği mahaldir. Oradan gelen emirler bizi bağlar. Her şeyin kudsiyeti Allah’ tan dolayıdır. Rasûlullah ve vahiy olmadan, Kâbe’yi tanımadan, ona adetten hürmet ediyorlardı ki bu anlamlı değil.
Birazda şu 21 Aralık mevzusundan bahsedelim. Bir ihtimalî bilgi (bilimsel-dini delili olmayan) üzerine yorumlar yapılıyor. Ayrıca yorumlayanların hepsinin farklı görüşleri var. İnsanların bunu ciddiye alması ve bu kadar zayıf bir olasılığa dahi tedbir almak durumunda hissetmesi söz konusu. İbretlik bir olay.
Bugün dünyada Armagedon (kıyamet savaşı) denilen kıyamet günü için hazırlanan azımsanmayacak zengin bir zümre var. Kendilerine sığınaklar hazırlamış ve bir nükleer yahut meteor kaynaklı felaket için donatılmış mekânları olan, hazır kıta halinde bekleyen kişiler var. Böyle bir tehlikeye inandıkları için bu kadar büyük hazırlıklar yapılıyor.
Bu dahi bir ihtimal iken bu denli çalışmamalar yapılıyor.
Böyle bir tehlikeye bu kişilerin imanları kadar, müslümanların ölüm ötesi için bildirilenlere karşı aldığı ne gibi tedbirleri var? Bunun sorgulanması gerekiyor. Sen her an ölebilirsin ve ölüm ötesine hazırlıksız gidersen perişansın. Kabire canlı canlı girecek olan kişilerin aldığı önlemler acaba neler ve ne kadar?
İşte Hicret işte bu ahirete gerçek manada inanların ve hakikatinin gereğini yaşamayı düşünen iman sahiplerinin amelidir.. Allah bizi o zümreden eylesin.
21.12.2012 – İstanbul Cerrah Mehmet Paşa Camii – HH. nın Cuma namazı öncesi vaazından notlar:
Külli amaca, külli risâlete dönük, epifize hizmet kaynaklı, dünyevî olmayan, dimağa gelen bir tad dır Cumaya gelmek.
Kuran cehennem ehlinin içtiği sudan bahsederken “rics” tabirini kullanır.
Tevbe Sûresi (9)/ 125:Ve emmelleziyne fiy kulubihim meradun fezadethüm ricsen ila ricsihim ve matu ve hüm kafirun;
Hastalıklı düşünce sahiplerine gelince; onların pisliğine pislik katıp arttırmış; onlar hakikat bilgisini inkâr edenler olarak ölmüşlerdir.
Kan, irin, akıntı, kir, cerahatlerin biriktiği su. Bu cehennem ehli, şirk ehli; şartlanmalarını, taklitlerini din edinmiş olanların halini bir birlerinin artıklarını kullanmak gibi saymıştır.
Hâlbuki ki, Müminin mümine artığı şifadır. Her hangi birinin değil.
Çünkü mümin şartlanmalarla değil resullerden gelen ilmi kabullenir ve vücut buldurur demektir. İşte bu mümine şifa olarak gider.
İnsan yemeği pişirendir, insanın da pişeni makbuldür.
Sanki bize resul gelmemiş, bir şey anlatılmamış gibi davranıyoruz.
Siz bir konuda ihtilafa düştüğünüzde onu Allah’a ve Rasûlüne götürün. Yani Kuran ve Resûlullah’ta ki bakış bu meseleyi çözer.
Büyük haber kıyamet gününün gerçekliğidir ama bu senden dolayı büyük haberdir. Ölüm sonrasında ise devam edeceksin.. Başı sonu olanlardan değilsin. O zaman sen nesin?.. sorusuna yönelmek lazım. Bir çağ olayı; Mayalar, Aztekler, Mısır, Çin uygarlıkları var, bunlar gerçek. Tevatür bilgiyi de iyi yorumlamak lazım. RESÛLÜ BİLGİYLE UYUŞUYOR MU?.. İnsanlık devamlı dibe vuruyor.. aşağı gidiyor. İşte 21aralıkta bu dibe gidiş bitecek, duracak, yukarı gitmeye başlayacak bir çağa giriyoruz..diyorlar.
Ama Efendimiz as.:
“En kıymetli çağ benim çağım, ondan sonra; ondan sonraki çağ…” diyor.
Geçmişte o kadar insan yetişmiş; nebiler, resuller, veliler. Tüm nebiler Hz. Muhammed’in devrinde bulunabilmek için dua ettiler.
Efendimiz:
“Başında Ben, âhirinde Meryem oğlu İsa, ortasında da Mehdî bulunan bir çağın ümmeti helak olmaz ..” buyuruyor.
Efendimizin kıyamet alametleri ile ilgili verdiği; arzın, güneşin, semanın nasıl bir istikamet alacağı haberlerini bir tarafa bırakıp magazinsel olarak insanların peşine düştüğü şu hal bu durumla hiç bağdaşmıyor.
Kıyametin, ölüm ötesinin bizim için önemi takvamızı gerektirecek bir durum.
Tüm Kuran vahyinin en sonu Bakara ayetinin arasına inmiştir.
Bu ayet faiz ile miras ayetleri arasına gelir.
Bakara Sûresi (1)/281.Âyet: Vetteku yevmen turce`une fiyhi ilAllâhi sümme tüveffa küllü nefsin ma kesebet ve hüm lâ yuzlemun;
281-) Allâh`a döndürüleceğiniz o günden korunun. İşte o zaman her nefse kazandığı tamı tamına verilir ve onlara zulmedilmez.
Öyle bir günden sakının ki o günde Allah’a döndürüleceksiniz. Allaha döndürüleceğiniz bir gün var.
Ehli olana iman edene bir müjde aynı zamanda bir dikte var.
O günde hiçbir nefse zulm edilmemek üzere karşılığı alınacak. Yöresel kayırmalar, ihmaller, peşkeşler yok.. hak terazisinde tartılacak.
Hakkın gözüyle, hakiki olan neyse onu göreceksiniz
Belki de memnun olduğun kendine buğz edeceksin.
Mucize yaşamı inkâr ederek, görünen yaşamla sınırlayıp, hakikati görmeyen kişi ölüm ötesinde gerçekle karşılaştığında nefsine buğz edecek ama Allah’ın buğzu sizin kendinize olan buğzunuzdan daha çetindir.
Buğz farklıdır gadap farklıdır.
Buğz ettiğine sevgisi yoktur ama gadapta bir kurtuluş vardır.
Halil İbrahim as’ın babasına;
“Ey babacım bana tabi ol. Sende olmayan bende açığa çıktı.” der, ama o putperestlik dinine tabi oldu inanmadı. Mahşerde ise;
“İstersen sana tabi olayım..” dediğinde İbrahim as dua edecek;
“Bana va’din var ki.. beni ba’s gününde rezil etme, aşağı düşürme.”
Bir kimsenin babasının cehennemlik olması çok aşağılık bir şeydir.
Cevap:
“Ey İbrahim!.. benden hükümdür ki; cenneti kâfirlere haram ettim..”
Eğer ölüm ötesinde bir telafi olsa, o anda dışardan bir şey eklemek mümkün olsa İbrahim as yapacak..
O nedenle İsa as berzah âleminde Ümmeti Muhammed olamıyor.
Rasûlullah’tan ilim alabilir ama sıçrama yapılması, belli aşamaların geçilebilmesi için biyolojik beyne ihtiyaç var
Hakikati inkâr etmelerinin gereği o cennet hali mümkün değil.
O anda ayaklarının altında kanlı bir sırtlan leşi görüyor.
Bu İbrahim as’ın babasının sîretidir.
Sırtlan o kadar vahşidir canlı canlı avını yer. Diğer vahşi hayvanlar avlarını öldürür, sonra yer. Ama sırtlan daha canlı iken yemeye başlar.
O anda sırtlanın ayaklarından tutulup ateşe götürülmesine ses çıkarmadı.
Niye; buğz geldi, gerçek sûreti gördü.
Bir hadiste “Daha sonra şişmanlık, obezite zuhur edecek!..” diyor Efendimiz. Bu kıyamet alâmetidir.
Rasûlullah’ın zamanında şişman sahabe yoktu. Şişman ehli kitap vardı.
Rasûlullah Yahudi âlime ikaz ederek:
“ Tevrat’ta: Allah şişman bir âlime buğz eder ibaresi yok mu ?..Sen de şişmansın âlim olamazsın!..” demiştir.
“Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler..”vahyi inkar eden yani insandaki mucizeyi takdir edemeyen Allah’ı takdir edemez..
Senin günlük şartlanmalarınla yaşaman ideal olsaydı Rasûlullah’ın seni uyarmasına gerek olmazdı.
Sen o vahyi, o risâleti, nübüvveti, o mucize halini ve sende mucize olan tarafı inkâr etmekle Allah’ı inkâr ettiler ayeti nüzul etmiştir
Rasûlullah Allah’ın dilinden insanın ölümsüz olduğunu müjdelerken, salih amellerle olmayı da nasip eylesin. Âmin!..
28.12.2012 – İstanbul Cerrah Mehmet Paşa Camii – H.H.’nın
Cuma namazı öncesi vaazından notlar:
Bir kısım insanlar şu tarihte kıyamet kopacak diyor, Kuran ise apaçık ayet varken kıyamete tarih verebilir mi?..
Kendi ölüm vaktimizi bilmiyoruz, gizli olmasının önemi var.
Kıyametin âyetlerde de hadislerde alâmetleri var.
Bazı ilahiyatçılarımız hadisi şerifleri de tanımıyor.
Burada şu iki husus; ölüm ve kıyamet insan için önemli bir müşterek gerçek.
Hepimiz için zengin fakir, akıllı akılsız, ölümde müştereğiz. Ve bunların bize açacağı kapı çok ağır. Birde kıyamet dediğimiz devasa bir olay var.
O güne, o âna hazırlanmanın en birinci şartı sahih bir iman sahibi olmaktır. İman çok önemli.
İman bir kerede olup biten bir şey değil. Hizmet edilmesi, olgunlaşması, kemale ermesi yani o imanın bu dünyada iken öteleri görür gibi yaşatmak için hizmet ister. Yaşarken bu bedeni nasıl devamlı yedirip içiriyorsak imanında sürekli beslenmesi gerekir.
En büyük zan şirk halinde iken imanlıyım demesi.
Mekke müşrikleri putlarına Allah demiyordu ama onun yanı sıra ilah ediniyorlardı. Bununla şirke girdiklerini bilmiyorlardı.
Hz İbrahim’den edindikleri bilgiler ile Hanifler zümresi yaşıyordu, büyük bir kısmı şirk içinde yaşayan müşrikler, çok azda ehli kitap vardı.
Kişinin kendisine bir varlık ve benlik vermek suretiyle girdiği gizli şirk bataklığından uzaklaşması tasavvufun ana konusudur.
Kimse bizim kafasındaki inancını tasdik etmemizi beklemesin.
Paylaştığımızda iddia yok.
Bir şüpheniz varsa gidin araştırın ehlinden öğrenin.
Dikkat edilirse insanlık bu güne kadar inançsızlığa, şirke ait bütün yolları tecrübe etmiştir. Şeytaniyetin ve Deccaliyetin her türlüsü yaşanmıştır.
Kendisine hâşâ ilah diyen, tanrı diyen, peygamber diyen insanlar ve ateistler çıkmış.
“Dünya makamları ve değerleriyle insanlığa bu istenilen verilebilir mi?..” diye tecrübe edilmiş lakin bunların insanlığı tatminden uzak olduğu görülmüştür.
Fransız ihtilalinden sonra pozitifizmi savunanların kanaatleri şuydu
“Artık medenileştikçe, ilerleme devam ettikçe insanlarda dine olan ilgi azalacak..” dendi ama tam tersi oldu.
İnsanlar din dışı her şeyden bıkmış.
Her yerde din konuşuluyor.
Ama doğru ama yanlış. Adamlar ilahiyatçı değil, müftü değil, artist, sanatçı, astronot fark etmez.. her yerde din konuşuluyor.
Fiziğin zirvesindeki insanlar din konuşuyor çünkü çözüm burada.
En önemli engel hakiki dinin önündeki engel şartlanmalara dayalı, sahte din anlayışlarıdır. Örfü, âdeti din edinmiş bir din anlayışı.
Kuran’ı Mubine göre kıyametin saati bilinmez.
Hz. Âli’ye soruyorlar:
-Yakın ne?.. En yakın ne?..
Cevap:
-Yakın kıyamet, en yakın benin ölümümdür!.. demiş Hz. Âli
Aslında konumuz;
“ALLÂH`ın kesinlikle affetmeyeceği tek suç, ŞİRK`tir; bunun dûnundakileri dilediğine affeder!” âyetinin devamında gelen âyettir.
Nisâ Sûresi(4) 49-) Elem tera ilelleziyne yüzekkûne enfüsehüm* belillâhu yüzekkiy men yeşau ve lâ yuzlemune fetiyla;
49-) Kendilerini temiz sayanları (şirk koştukları hâlde temiz olduklarını iddia eden Yahudi ve Hristiyanları) görmüyor musun? Hayır (olay onların dediği gibi değil), Allah dilediğini arındırır ve hurma lifi kadar zulme uğratılmazlar.
Ey Rasuller, Ey iman edenler gibi bir çok yerde hitap varken, Kuran’da bir yerde “Yâ eyyuhel kâfirun!..” diye hitap var. Başka yerde kâfirlere direk hitap yoktur. Bu ölüm ötesinde olacak. Mazeret yok diye.
Ey kendilerine kitap verilmiş olanlar; evet kendinden önceki kitap verilenlere bakınca YahudilerTevratı tahrif etmişler onun için de Kuran’ı anlayamıyorlar. Hatta halk Tevrat’ı da okuyamıyor. Haham ne derse ona göre inanıyorlar. Adam zaten hayatında Tevrat’ı okumamış birisi. Bir zümre okumuş ve onların verdiği bilgiye göre hareket ediyorlar.
Kuran’ın dikkat çektiği uyarı ehli kitaba benzeme tehlikesi. Sizden önceki ehli kitap gibi olmayın. Onlara temiz bilgi geldi ama onlar örflerini kattılar, dini tahrif ettiler, orijinal/vahyî temizliği kalmadı.
Tevrat’ın İbranice olması dolayısıyla Tevrat yorumcuları bir İsrail Oğullarının sözünü çevirir gibi anlar gibi o kitaba muamele yapıyorlar. Bir vahiy olarak değil. O nedenleana kaynağımız dini anlamada Kuran ve Hadislerdir. Ama onları Arapçada kalmayıp ruhunu keşfeden İslam âlimlerinin anlayışlarından istifade etmeliyiz.
Arif kelam sahibidir. Sözü anlar ve sözü çok yerli yerinde kullanırlar. Biz anlamıyor ve yerli yerinde kullanamıyoruz. Hâkim değiliz. Kuran’ın dilini öğrenmek hususunda onlardan yararlanmamız lazım.
Kendilerine kitap verilenler derken, aslında bunun ehli kitap yanı sıra her insanda yaratılıştan olan fıtrat kitabı vardır. Açığa çıkması için bu fıtrat kitabını okumak ve mutlaka arınma çalışmaları yapmak lazım. Beyninin bedenine tekabül eden prosesin örtülüp veçhindeki hassasiyet silinebilir.
Bunu ehli kitap anlamında ele aldığımız zaman; o kendilerini temize çıkaranları görmedin mi âyetinde; Yahudiler, Hristiyanlar; bizim zaten inancımız, nebimiz, kitabımız var.. hatta bize cehennem yok. Belki cennete geçene kadar ateş dokunabilir. Ama biz Yahudi’yiz Musa’nın getirdiği ile tövbe edenleriz, dönenleriz; Tevrat ile amel edip yaşıyoruz, bize cehennem yok, zaten cennet ehliyizdiyerek temize çıkarıyorlar kendilerini.
Bir nebiye tabi olduğunu düşünen ehli kitap arınma ile ilgili hiç bir çalışma yapmıyor.
Dua edin de Allah bana marifet versin, hemen bir açıklama olması için, hepinizin hayrına olabilecek şekilde Kuran’ı dillendirebilmeyi, hepinizin hayrına olabilecek şekilde kelam etmeyi niyaz ediyorum.
Feth Sûresi(48) / 29: Muhammedün Rasûlullah* velleziyne me`ahu eşiddâu alelküffari ruhamâu beynehüm terahüm rükke`an sücceden yebteğune fadlen minAllâhi ve rıdvana* siymahüm fiy vücuhihim min eserissücudi zâlike meselühüm fiytTevrati, ve meselühüm fiyl`İnciyli kezer`m ahrece şat`ehu feâzerehu festağleza festeva alâ sukıhi yu`cibüzzürra`a liyeğıyza Bihimülküffar* veadAllâhulleziyne amenû ve amilussalihati minhüm mağfireten ve ecren `aziyma;
29-) MUHAMMED, Rasûlullâh`tır! O`nunla beraber bulunanlar, küffara (gerçeği reddedenlere) karşı sert, kendi aralarında çok merhametlidirler… Onları rükû eder(varlıkta her an tedbir edenin Allâh Esmâ`sı olduğunu müşahedesinin haşyeti, tâzimi içinde), secde eder (varlığın yalnızca Esmâ özelliklerinden ibaret olarak kendilerine özgü bağımsız vücutları olmadığının müşahedesiyle “yok”luklarını hisseder) ve Allâh`tan fazl (lütfu – Esmâ kuvvelerinin farkındalığı) ve RIDVAN (Hakikatinin farkındalığıyla bunun sonuçlarını kuvveden fiile çıkarma özelliği) ister hâlde görürsün… Simalarına gelince, vechlerinde(şuurlarında “yok”luklarının idrakı olan)secde eseri vardır! Bu onların Tevrat`taki(nefse dönük hükümler) misal yollu anlatımlarıdır… İncil`deki (teşbihi)temsillerine gelince: Bir ekin ki filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış da gövdesi üzerine doğrulmuştur; ekincilerin hoşuna gider… Böyle yapar ki, onlarla (Esmâ`sıyla açığa çıkardığı) küffarı (gerçeği reddedenleri) öfkelendirsin! Allâh onlardan iman edip bunun gereğini uygulayanlara mağfiret ve çok büyük karşılığını yaşatmayı vadetmiştir.
Ümmeti Muhammed’in şahadeti burayla alakalıdır. Rasûlullah’a şahadet etmeden tekliğe şahadet olmaz. Rasûlullah’a şahadet etmeden tekliğe şahadet Masonlarda da vardır. Ama ondan sonrası yoktur. Herhangi bir dini, rasûlü takip etmiyoruz derler.
Rasûlü Muhammed ile din şahadet haline gelir ve o rasûlun işlevine, risaletinden gelen imana kendimi açtım, teslim ettim demendir Muhammeden Rasûllullah. Ve onunla beraber olanlardır.
Beraber olanlar; hakikatlerini inkâr edenlere karşı son derece şiddetlidirler.
Kendi aralarında ise son derece merhametlidirler.
Hakikati inkâr edenlerin fikirlerinden asla etkilenmezler.
Buna mukabil kendi aralarında son derece rahmetli, merhametlidirler.
Kendilerini severler.
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, ama birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız!..” buyuruyor Efendimiz sav.
Onları rüku ediyorlar, secde ediyorlar halde görürsün!..
Esma-i ilahisinin tedbir ve tasarrufunun neticesi olan eğilme halindedir.
Onun yaratması dışında hiç bir varlığının olmaması ile hiçliklerini yokluklarını hissetmeleri halindedir.
Bu halde iken Allahtan fazlını isterler.
Rıdvan cennetteki en yüce, ekber olan makam.
Cennetteki en düşük nimet nedir?
Rabbinin kuluna ”temenne” demesi, yani“ne dilersen dile” hitabına mazhar olunmasıdır.
Aziz cemaat; ne arzu ediyorsan onu dile diyecek ve o olacak.
Bunun karşılığı varlığınızda var hakikat ehli zatlar var.
Allah’ın Ekber olan Rıdvan’ı en üst mertebedir.
Şahadetin getirisi olan arınmayı hepimize nasip etsin Allah.