İDRAK BİRLİĞİ
Bilimle yeniden doğuşa geçen İslâm güneşinin ışığıyla
aydınlanan insanlığın bugünkü durumuna dair naçizane bir
görüşüm…
Özellikle Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin açtığı pencereden
İslâm dinine bakışa dayalı olarak, birçok insanın kendi
anlayışına yakın olanlarla oluşturduğu toplulukta imanın
gereğini yaşadığı bir süreçten geçiyoruz.
İhtilâfa rahmet gözüyle bakıp, “türlü fikirlerin
çarpışmasıyla hakikat şimşekleri çakar” diyeceğimize, aynı
kaynaktan beslenen bu topluluğun bazısına göre bazısı yanlış.
Geçmişte sahâbe arasında anlayış birliği olmamasına
rağmen İMAN birliği olduğundan, Allah Rasulü (s.a.v.):
“Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisini takip ederseniz
hidâyete ulaştırır” diyerek, vahiy kaynaklı iman bilgisine ters
düşmediği sürece anlayıştaki farklılıkların kişiyi hidâyete
erdireceğine işaret etmiştir.
Allah Rasulü (s.a.v.) vefat ettikten ve Hz. Ömer (r.a.)
şehit edildikten sonra, sahabe arasında yorum farklılıkları
yüzünden fitne çıkmış, iman bilgisine dayalı birlik bozulmaya
başlamıştır.
Ashâb ve tabiînden birbirine yakın anlayışta olan bazı
topluluklar iman birliğinden uzaklaşmış, bölük bölük olarak
alenî biçimde mücadeleye tutuşmuştur.
Günümüzde iman bilgisini aklî delillere dayalı olarak
açıklayan bir bilgi kaynağından (Üstâd Ahmed Hulûsi’nin
ilminden) beslenmekte olan bizler, İDRAK birliğinde
birbirimizle ünsiyet kurmak yerine daha şimdiden bölük bölük
olmuş ve birbirimizi alenî olarak yaralamaktan çekinmez hale
gelmişiz.
Tabi ki yeri geldikçe alışagelmişin dışına çıkmış, farklı
düşünceleriyle farklı açılardan Kur’ân ve Rasulullah’a bakmama
vesile olan birkaç kardeşimi ziyaret için dışarı çıkıp kalabalığa
karışıyor, kalabalık içinde kimseye bulaşmadan sükûnetle
yürüyorum.
“Su akar, yolunu bulur”… Rasulullah’a iman eden her
insanın kendi anlayışından hakikatine mutlaka bir yol bulacağını
bildiğimden, hiç kimse için ne bir kaygım ne de bir endişem var.
Zira yaradılışı gereği her insanın Rabbiyle öyle özel bir bağı
vardır ki araya ne bir Mürsel Nebî ne de Mukarreb Melek
girebilir.
Hal böyleyken, birilerinin başkalarına Allah için yol
göstericilik yapmaya kalkışarak veya günümüz diliyle yaşam
koçu olarak kul ile Rabbi arasına girmesi ne tuhaf.
Kişinin ağzından çıkan bir kaç cümleye takılıp,
düşüncelerine vakıf olduğunu sanarak hüküm veren yüzeysel
beyinlerin elinde terbiye olarak aydınlanan ve çevresini
aydınlatan olmuş mu hiç?
Esas olan başkalarını kendi yolumuzdan (anlayışımızdan)
hakikate ulaştırmaya çalışmamız değil, her bir insanın kendi
anlayışından Rabbine giden yolculuğunu/seyrini
kolaylaştırmamızdır. Zira kim Allah’a erdiyse, bir başkasının
elini tutarak değil, gerçekte kendinden bir yol bulmak suretiyle
ermiştir.
Tasavvuf ehlinin eserlerinden de fark edileceği üzere, her
biri Kur’ân ve Rasulullah açıklamaları ışığında kendine açılan
hususî bir pencereden Vechullâh’ı seyretmiş, tespit ettiklerini de
karşılık beklemeksizin ve dayatmadan paylaşmıştır.
Beyin kendisine çeşitli kanallardan ulaşanları
değerlendirecek yeterli bilgiye sahip değilse, yetersiz kaldığı
bölümleri kendisine makul gelecek bir biçimde doldurmak üzere
çalışır. Beyin bu işlevini hissettirmeden, bilinçaltında bir
otomasyonla gerçekleştirir. Böylece biz birçok konudaki
eksiklerimizi fark etmeden, daima yeterli olduğumuz sanısı
içinde ve kendimizden emin bir havayla yaşar ve hatta
başkalarına yön verecek pozisyonda görürüz kendimizi.
Maalesef (ben dâhil) birçoğumuzun durumu, kendini
Napolyon sanan tımarhanedeki zavallı akıl hastasından farksız.
Acaba Allah Rasulü (s.a.v.) günümüz beyin bilimiyle
tespit edilen bu gerçek dolayısıyla mı “Cennet ehlinin
çoğunluğu bühl’dür (ahmak, anlamadığını anlamayan)”
demiştir.
Allah, ölmeden önce indindeki gerçekleri fark ettirip sanı uykusundan uyandırsın bizleri.
Antalya, 29.08.2015
“Ahmed Köse ” 40 Hadis kitabından alıntı yapılmıştır .